''Başka bir yaşamda, bu sonsuz olabilir...Başka bir dünyada sen ve ben beraber olabiliriz. Başka bir şans setinde özlediğimi alırım ve seni benim yaparım. Eğer bir saniyeliğine hayatım önemli olurdu, başka bir hayatta.''
Kollarımın arasındaki Calum, bu sözleri söylerken derin bir nefes alıp göz yaşlarımı hafifçe kuruladım. Santa Monica'nın rüzgarı yüzüme vurdukça ıslak suratımı bir hayli üşütüyordu. Kırmızı olan burnumu sildim, Calum'un saçlarını öptüm. ''Sesine aşığım,'' diye fısıldadım, Calum elimi öptü. ''Çok seviyorum bu şarkıyı,''
Bugün Calum'un ilk doktor randevusuna gitmiştim. Onunla beraberdim, onun elini tutmuştum bütün tetkikler yapılırken. Beynindeki şey korktuğumuz kadar değildi. Hala iyi huyluydu fakat tehlikeli bir bomba haline gelmesi an meselesiydi diyebilirdik. ''Karayiplere gideceğiz haftasonu,'' dedi Calum gülümseyerek. ''Önce Ohio'ya, ailene gideceğiz. Sonra Karayipler ve en son Avustralya, ailemin yanı.''
Böyle bir hastalığı varken çok yorulmaması gerekiyordu. Bu kadar sık seyahat etmesi onun aleyhine olabilirdi. Doktor beni kesin bir dille uyarmıştı, çok yorulmaması gerekiyordu. Strese girmemeli, olabildiğince mutlu olmalıydı. Hayatı yorgunlukla geçen bir adamdı Calum. Sürekli hareket halinde, sahnelerde olması gerekiyordu. Bunu söylediğimde ise, sadece birkaç ay gözetim altında olmasını, sonra bir hal çaresine bakılacağı söylenmişti.
Dudaklarımı saçlarına bastırdım, ''Doktor kontrolünde olacaksın sevgilim, ilaçlarını kullanacaksın. Her hafta görünmen lazım ki, çabucak iyileşesin. Sonra sen iyileşeceksin ve beraber dünyayı gezeceğiz.'' tombul dudaklarını büktüğünü hayal edebiliyordum, güzel kahverengi gözleri bugün muhtemelen bilmem kaçıncı kez dolmuştu. ''Balayı yapamadık ama,'' dedi, bu halde bile bunu düşünüyor olması beni güldürdü. ''Yapacağız, sadece biraz beklemeli bizi.'' kafasını usulca salladı, kollarımı ona daha sıkı doladım. Denizi seyrederken huzur bulmasını umuyordum. Kafasında dolanan binlerce düşünceyi pek çok tahmin edebiliyordum. Ama bunu kesmeliydi, düşünmek ona zarar veriyordu.
''Akşam ne yemek istersin?'' dedim, yanağını öptüm. ''Taco yiyebilir miyiz?'' kafa salladım ''Yeriz bebeğim, kendi tacomuzu yaparız.'' kıkırdadı, ''Evet, içini kendim doldurmaya bayılıyorum.''
''Seks kasedimizin adı,'' diye fısıldadım kulağına, Calum kahkaha attı ''Bu espri asla komikliğini kaybetmeyecek.'' dedi, kollarımdan çıkıp bana döndü ''Ailen bize fena bozuk atacak, turdan önce de görmedik şimdi de gitmiyoruz.'' omuz silktim ''Anlayışla karşılarlar merak etme,''
Calum kafa salladı, ayağa kalkıp poposunu sirkeledi. Elini bana uzattı, elini tutup kalktım.
''Markete uğramamıza gerek var mı?'' dedi, kolunu omzuma attı. Kolumu beline doladım, ''Hayır, evde her şey var.'' saçlarımı öptü.
Arabaya bindik, Calum arabayı çalıştırdı. Kafamı çevirip onu izledim bir süre. Ona bir şey olma olasılığı bile canımdan can götürüyordu. Nasıl böyle kısa sürede ona aşık olabilmiştim, bilmiyordum. Birbirimize çok bağlıydık, birbirimizi çok seviyorduk. Onun acısını görme fikri beni içten içe çok yaralıyordu.
Dün gece o uyurken bir süre başında ağladığımı hatırladım. Kollarımın arasında huzursuzca kırpılmış gözleri, tombul yanakları ve büyük dudaklarıyla kalbimi yaralamıştı. Kabus gördüğü çok belliydi. Zaten, Calum Los Angeles'a döndüğümüzden beri kabuslara uyanıyordu. Bu beni bir hayli endişelendirse de stresten sürekli hastalığıyla ilgili bir şeyler gördüğünden emindim. Bana bir şey anlatmıyordu, fakat ben hissedebiliyordum.
O beni bırakmak istemiyordu, ben de onun gitmesini istemiyordum.
''Sonra Duke'u pişiririz, onu da tacoya koyarız.'' dedi Calum, kafa salladım ''Hıhı, olur.''