1. Bölüm

3.5K 70 36
                                    

Merhaba! Wattpad'de okumadığı hikaye sayılı olan biri olarak yazma işine de giriştim. Uzun zamandır belgelerimde tıkılı kalmış bir hikaye bu. Sizden ricam hikayeme iyi/kötü yorum yapmanız ve beğendiğiniz takdirde oy ver butonuna ufacık bir tıklamanız :d İlk bölümler biraz tanıtım amaçlı olduğu için fazla mizah yapamıyorum. Ama hikaye ciddi bir hastalık taşıyan Beren üzerine kurulmasına rağmen ilerideki bölümlerde sık sık mizah olacak. Neyse, umarım beğenirsiniz. İyi okumalaaar

“Hıfzısıhha” ve “herze” kelimelerini ilk defa doktorum Ahver Bey’den duyuyordum. Sanki başka bir gezegenin dilini konuşuyormuş gibi çehresine gözlerimi dikmiştim ama sanırım gözleri on numara felandı, dolayısıyla da benim çatık kaşlarımdan habersizdi. Yahu yüz yaşındasın neredeyse be adam, evine gidip sıcak yatağının keyfini çıkarsana.. Nereden geliyor bu enerji? Ellerin masaj aleti gibi sallanıp kendi çapında deprem etkisi yaratıyor, hala burda ahkâm kesiyorsun.

“Anladın değil mi Beren? Badirelere karşı hazırlıklı olmalıyız. İlaçları her zaman yanında bulundurman hakkında bir şey söylemiyorum artık, dersini almışsındır sen nasıl olsa.”

Badire?

“Anladım efendim.”

Ahver Bey koltuğuna yaslandı ve gözlüğünü çıkardı. “Kıraç misali, söylediklerim boşuna gibi hissediyorum. Ben topraklara tohumları serpiştiriyorum fakat sen tohumların büyümesine hiç izin vermiyorsun be kızım.”

Kıraç? Toprağım? Tohumlar?

Yalandan gülümsedim ve çıkardığım anlamın doğru olmasını umarak “yok, ondan değil. Sadece bu durumlar sıkıyor beni biraz,” dedim.

Çıkardığım anlama göre sanatçı Kıraç’ın söylediklerinin boşuna olduğunu hissettiği bir şarkısı vardı. Tabi o şarkısının da bir klibi vardı ki, klipte toprağa tohum serpiştiriyordu fakat tohumların büyümesini engelleyen biri oluyordu. Ya da onun gibi bir şey işte. Kimin umrunda?

“Henüz çok gençsin. Yaşının verdiği güzellikler de çok fazla, bu yüzden sıkılıyorsun haliyle. Hatırlıyorum da, yaşım 17 iken hayat bana güzeldi. Yapmadığımız şey yoktu… Seni anlayabiliyorum yani, bunalıyorsun ama yapabileceğim bir şey yok. Şimdiden biraz uğraşmalıyız ki yaşın ilerlediğinde sıkıntıların büyüğünü çekmeyesin.”

“Kendime bunu hatırlatmaya çalışırım, her şey için çok teşekkürler,” dedim ve ayaklandım. Kaç saat olmuştu bilmiyordum ve gerçekten sıkılmıştım. Kontrollerim bitmiş hala oturmuş burada iki yüz yaşındaki doktorumla sohbet ediyorum. Te allam.

“Ben teşekkür ederim kızım. Kendine iyi bak.”

Susuz kalmış balina gibi nefes alarak kendimi dışarı attım. Hemen karşıda dizili olan oturaklarda gördüğüm üzere abim de benim gibi çok sıkılmıştı. Telefonuyla uğraşıyordu ama yüz ifadesi bıkkınlık içeriyordu. Çok sevgili annem durmadan didiştiğim abimle doktora gitmemiz için bizi zorluyordu çünkü kendince aramızı düzeltmeye çalışıyordu. Ama hayır, yaptığı şey yüzünden birbirimize daha çok sinir oluyorduk.

Abim beni görür görmez ayağa kalktı ve elini sorarcasına kaldırarak “nerde kaldın be kızım?” diye söylendi.

Aslında normal insanlar gibi tedavimin uzayacağını söyleyip kendimi acındırabilirdim, ama Can manyağıyla ben kesinlikle normal insanlar değildik.

“Şşş o eli indir,” dememle kafama şaplak yemem bir oldu. Şap diye ses çıktı yemin ederim. Manda yavrusu, ne olacak? Eli de ağır hayvanın. Bir şakaya bile gelemiyor. 3 yaş büyük diye atar koyuyor birde ibne.

Ben sızlanırken abim bileğimden tutarak çekiştiriyordu. “Yürü başımın belası.”

Dışarı çıktığımızda sonunda bileğimi bıraktı ve arabaya yürüyüp anahtarını çıkardı. Kilidi açıp kendi yerini aldığında ben de yanına oturdum. “Harbi, bir değişiklik var mıymış? Babam kesin ilerlemiş diyordu,” dedi ve arabayı çalıştırdı. Araba park alanından çıkarken konuştum. “Niye merak ediyorsun ki?”

Normal bir abi bu soruya karşılık “neden merak etmeyeyim, sen benim kardeşimsin,” gibisinden sıralı cümleler kurarak kardeşini yanıtlardı.

Ama benim abim şunları söyledi:

“Tek çocuk olmak gibisi mi var lan? Kurtulurum işte senden. Odana da kocaman bi’ televizyon koyarım, çocuklar geldiğinde ister pes atarız, ister film izleriz. Şimdi düşündüm de bu televizyon fikri harbi süper olur. Sinema salonu yaparım senin odayı bildiğin. Kızlar gelince felan da orada takılırız. Tam sevişilcek mekân-”

“Tamam sus sus sus sus. İntihar bile ederim susman için bak sen de sinema salonuna kavuşursun. Yeter ki sus.”

Abim sustu ve yola döndü. Her ne kadar söyledikleri hafif dalgayla karışık söylenmiş olsa bile içten içe burkulmuştum. Dalgayla bile olsa benim bu kadar ciddi bir sorunum varken onun yaptıkları yersizdi. O benim gibi olsa ben hep yanında olurdum, sırtını sıvazlardım, ağlardım, her saniye dua ederdim. Ama o benimle dalga geçiyordu. Ve ben yine ağlamamak için kendimi tutuyordum.

Her zaman böyle olmaz mıydı? Abim buna benzer birtakım şeyler söylerdi ve ben içime ağlardım. Ama asla onun yanında ağlayıp güçsüz görünmezdim, umursamaz tavırlara bürünürdüm. Belki odamda olabilirdi ama onun yanında ağlasaydım kesin benimle dalga geçerdi.

Hastane ile evin arasındaki mesafe uzun olduğundan 1 saat felan sürüyordu. Yaklaşık yarım saattir konuşmadan mutlu mesut yol alıyorduk ki abim bana dönüp “gerçekten kötü bir durum yok değil mi? Solgun ve mutsuz gözüküyorsun,” dedi.

Senin yüzünden diye çığlık atmayı gerçekten çok istedim, ama yapmadım. Hastalık felan umrumda değildi ki benim. Çevremdekilerin davranışları solgun ve mutsuz yapıyordu beni.

“Seni ilgilendiren bir durum yok,” dedim yüzüne bile bakmadan. Camdan dışarı bakarak diğer arabaların içindeki çocukları kesiyordum.

“Beren.”

Uyarıcı ses tonu kokusu alınca uğraşmak istemediğim için üstün körü anlatmak için koyuldum. “Aslında senin ilgini çekiyor abicim. Ölüme biraz daha yaklaştım, hadi yine iyisin.”

Hala yakışıklı çocuk aradığım için abimin yüz ifadesine bakma gereği duymuyordum. Onun o alaycı ifadesini görmektense bir piliç bulabilirdim.

Bir saniye, piliç mi?

İşte bunlar diye azarladım kendimce yanımdaki salağı, hep abazan abim yüzünden. Her gördüğü kıza piliç deyip öküz gibi bakarsa benim de ağzıma takılır işte.

“Beren...”

“Ne?”

Tam o sırada telefonum titredi ve tek bulabildiğim pilici bırakıp cebimden çıkardığım telefona baktım.

Avea.

Kafamı kaldırıp dışarı baktığımda kıvırcığım yoktu. Hay senin ben Avea!

“Siktir ya.”

“Ne oldu,” diye soran abimin sonunda yüzüne baktım. Hemen başını çevirdi.

Sorusunu önemsemeden “ne zaman evde oluruz?” dedim. Bu umursamaz hayvanla yolculuk etmeye tahammülüm kalmamıştı artık. Kıvırcığım da gitti zaten.

“10-15 dakikaya evdeyiz.”

Telefonumdan Candy Crush’ı açtım ve 211. Bölümü geçmeye çalıştım. Geçemeyip sıkılınca da adını “sıçmık” koyduğum Tom’umu tuvalete götürdüm, yemeğini yedirdim ve yatırdım. Tam bu sırada bizim sokağa giriyorduk.

Abim arabayı sitenin otoparkına park ettikten hemen sonra indim ve eve yürümeye başladım. Şimdi üç saat annemlere durumumu anlatacaktım. Çekilecek çilem vardı yani…

Farklı TonlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin