12. Bölüm: "Bana pul koleksiyonunu göster sıpaydi."

490 34 55
                                    

Bilgisayar elime zor geçtiği için bölüm biraz geç geldi. Acele yazdım hatalarım olabilir, iyi okumalar :)

Alarmımı sayısız kere beşer dakikalık ertelemeye aldıktan sonra kalkmaya karar verdim. 8.30’a kadar bir saatten fazla vaktim vardı, bu yüzden acele etmeksizin yataktan çıktım. Hatta yanımda bir kaplumbağa olsa çoktan beni sollamıştı. Ah Can olacaktı şimdi, zıpkın gibi dikilirdim.

Banyoya doğru ilerlerken komodinin üstündeki telefonumun melodisi kulağıma doldu. Yalnız komodine öyle yavaş adımlarla ilerliyordum ki, telefon susup tekrar çalmaya başlamıştı. Ya uyuyor olsaydım? Arayanı deşerdim. Sonunda ulaştığımda kim olduğuna bakmadan açtım. “Ne.”

“Sana da günaydın Beren ablacığım, bugün nasılsın?” Doğukan. “Yola çıktığımı haber verecektim ben de. Baktım sende uykucu tipi var, arayıp uyandırayım dedim. Bak hala esniyor. Yanına iki tane defter al. Başka bir şeye gerek yok, evde var her şey. Bende yarım saate sizde olurum, Can evde mi?”

“Sen gelene kadar çıkmış olur, 8’de çıkacaktı.” Tekrar esnedim. Bana kıyasla Doğukan’ın sesi çok canlı geliyordu.

“Tamam. Hava sıcak, kalın giyinmene gerek yok. Kahvaltı da etme bizde yeriz. İlk ders 10.30’da başlıyor.” O konuşmaya devam ederken tekrar banyoya doğru ilerledim. “Haftanın ilk dersi matematik, ne güzel değil mi? Hayır değil. Bu dersin öğretmeni Anıl Hoca, tanısan seversin sözüne karşılık doğan adam. Bana fazla takık, sana bin kat fazla takacaktır. Üzüldüm adına.”

Banyodan çıktığımda hala devam ediyordu. “İkinci ders dil ve anlatım. Bana basit geliyor ama seni bilemem.”

Dolabımdan bermuda şortumu ve Arctic Monkeys tişörtümü çıkardım. “Her zaman giydiğim kıyafetleri giyiyorum?” dedim sorarak.

“İstediğin gibi. Hasta olmanın en büyük avantajı; kısmen özgürsün.”

Tişörtümü de kafama geçirdikten sonra saçlarımı el yordamıyla düzelttim. Aynadaki yansımama göre her şey tamamdı. Bu sırada telefon da hala açıktı ama kimseden ses çıkmıyordu.

Doğukan sessizliği bozarak “sizin ev hangi renk?” dedi.

“Sarı.” 

“Nasıl bir sarı?”

Bok sarısı. Nereden bileyim ben tonunu? Her tonu ezberleyen mal hemcinslerime benziyor muyum?”

“Bakıyorum uyanmışsın? Kapıyı aç. Huysuz.”

Telefonu yüzüne kapattım ve aşağı indim. Muhtemelen herkes beraber çıkmıştı. Dün babamla ve annemle (Can’a Doğukan’ın buraya kadar geleceğini tabii ki söylemedim) konuşmuştum ve onlar da Doğukan’ın ailesiyle görüşmüştü. Ortada bir sorun gözükmüyordu.

Kapıyı açtığımda güneş gözlüğü dâhil baştan aşağı siyah olan Doğukan belirdi. Gözlüğünü çıkarırken konuşuyordu. “Ev cidden bok sarısı renginde, bunu biliyorsun değil mi?” 

“Yok.”

“Hadi çıkalım,” dedi ve ben daha adım atmadan tekrar konuştu. “İlacını unutma.”

Arkasını dönüp giderken öylece kalakaldım. Tabii ki yine unutmuştum ve Doğukan hatırlatmasa ölebilirdim (şaka yapıyorum ama öyle).

İlacımı aldıktan sonra arabaya -evet Doğukan’ın arabası varmış- bindim ve bağırdım. “Kahramanım!”

******

Yol boyunca radyodaki müziğe eşlik etmiş ve pek bir şey konuşmamıştık. Beren-San’ın uykusu hala tam açılmamıştı. Ve şimdi de o meşhur malikânenin kapısındaydık.

Farklı TonlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin