27: "Flörtleşmeye zaman yok."

386 26 39
                                    

Zonk... zonk... zonk...

"Öldürün beni," diye çemkirdim. "Yok böyle bir ağrı. Hani geçiyordu 15 dakikaya?"

"Henüz 5 dakika oldu kızım."

Sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirmeye çalıştım. Yavaşça ve korku filmlerindeki gibi gıcırtıyla kafamı döndürmeyi başardığımda, mavi gözlü doktoruma hiç olmadığı kadar kötü baktım.

Sen çok biliyorsun Ahver'ciğim. Anam ağlıyor burada.

Kafam gerçekten kazan gibiydi ama. Başka yönlere doğru güçlükle bakıyordum.

"Çok mu kötü?"

Ya her şeye tamam, şikâyetim yok. Ama bu mal Dodo'nun ne işi var başımda? Şu an bildiğin antilop başlı orangutana benziyorum. O da buna tanıklık ediyor. Kaderime sıçayım, hislerimi açıklayayım derken gümledim, sonum da bu oldu.

"Sabır eyle yavrum, şu an ağrın ağrak. Çelimli ol biraz. Budulgansındır sen bilirim, geçecek."

Ay Allah'ım birde gülüyor. Ağrak ne, budulgan ne? Allah hepinizin belasını versin.

********

Buram buram kokan hastanede bir gün daha geçiyordu ve ben bu kokusunun sırrını daha yeni öğrenmiştim: serumların içindeki B vitamini. Hala bunun şokunu yaşıyordum, çocukluğum yalan olmuştu. Kaç senedir hastanelerdeydim ama bugün bir asistan gelip bana "Serumlarda B vitamini var o yüzden böyle kokuyor ehehe" diyordu. Adalet mi bu? O yokken ben vardım!

Can'la iş birliği yaparak annemleri eve göndermiştik ayrıca, baş ağrımız da gitmişti. Ahver burada bir günüm daha olduğunu söyleyince annemin bertaraflığını bahane ederek yollamıştık ve iyi de etmiştik. Her şeyi çok fazla büyütüyordu. Hatta yastığımı düzeltmeme bile kızıyordu. ("Kızım ellemesene yastığı! Yatağı bozacaksın şimdi. Hemen yan taraflarda düğmeler var. Yatak kapanacak, belin-melin kırılacak, nefessiz kalacaksın. Zaten kızgınım sana.")

Kızması yine neyse de, trip atması beni benden alıyordu. "Bitmedi Mevlam!" diye haykırıyordum içimden. İlacımı banyoda unutmuşum ve çok zeki arkadaşlarım da oraya bakmayı akıl edememiş. Ne yapayım yani? Ölmedik ya.

Neyse işte, böyle böyle ertesi güne geçiş yapmıştık ve tam 1 gün 2 saattir buradaydık. Can beni yalnız bıraktığı için, çocuklar ilacı bulamadıkları için suçlu hissediyor ve yanımda duruyorlardı. Ben ise sanki hiçbir şey olmamış gibi hissediyordum. Mutlu olduğumu söyleyemezdim ama üzgün de değildim.

Fakat acı sonucumuz, televizyondaki evlenme programını izlemekten başka çaresi kalmamış beş kişi olarak sıkıla sıkıla oturuyor olmamızdı.

Doğukan hemen yanı başımdaydı, benim bu iğrenç halimi ifadesiz bir suratla izliyordu ve göz göze geldiğimizde kafasını televizyona çeviriyordu. Diğer tarafımda ise çok sevgili abim vardı. Fakat o bana bakmıyordu bile, direk televizyona dönük oturuyordu. Hatta arada sırada yorumlar bile yapıyordu.

Ebrar ve Atilla da karşı koltuktaydı. Onların yaptığı ise döke saça yemek yemekti.

"O teyze sana bakar mı amca? Ya sen bile bakamazsın ona, süslü kokana."

"Can," dedim a harfini uzatarak. Aslında burada yapmam gereken onun bu halini videoya alıp Seren'e izletmekti. Ama lanet olsun, halim yok.

Can bana bir "ne" nidası çıkarmasına rağmen salak yorumlarına devam etti. "Bir günlük kuaför masrafı 500 lira var mıdır?"

"Bence vardır," dedi Atilla da ona katılarak. Yemek yemesine rağmen ağzını kapatmadığı ve konuştuğu için Ebrar ona iğrenerek baktı. Odada onun bu halini gören bir ben vardım herhalde, bu yüzden gülümsedim. Ama göz göze geldiğimizde, benim eğlenmeme karşın hiç eğlenmediğini betimleyerek Atilla'yı işaret etti ve kusar gibi yaptı. Kahkaha attığımda Doğukan da benimle kahkaha atıyordu.

Farklı TonlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin