Ali
"Dünya, tarihi boyunca pek çok savaşa ev sahipliği yapmıştır. İktidar kavgaları, toprak kavgaları, güç kavgaları ve aşk kavgaları... Hepsinin göbeğinde hırs ve ihtiras yatmıştır. Peki bu hırsın ve ihtirasın sahibi insan oğlu kendisini nasıl dizginliyordu? Yani kendilerini, yine kendilerinden nasıl koruyorlardı? Kanuni Sultan Süleyman şiir yazardı, aşkına şairlik eder atlatırdı iç savaşını. Hitler kendisi ile olan savaşını resim yaparak atlatırdı, iyi bir ressamdı. Her şeyini tuvale dökerdi. Lenin ise yazı yazarak atlatırdı. Yazmak onun için bir eylemden fazlasıydı. Peki yaz siz, siz nasıl atlatıyorsunuz?"
Alnıma düşen saçlarımı geriye iterken Nergis Hoca'nın okuduğu satırları gözlerim ile takip ediyordum. "Eminim Hitler burada olsa, tüm bunları resim ile atlatamazdı." diye düşündüm kendi kendime. Sibel ve Cem'in tüm itirazlarına rağmen duvar kenarının en arka sırasına oturmuş, hepsinin gözünden uzaktaydım. Her şeyi öğrenmelerinin üstünden iki gün geçmişti ve ben her ân diken üstündeydim.
Homofobik olduklarını sözel olarak yeterince belli etmelerinin dışında yalnızca yerimden olmamış, sınıf whatsapp gruplarından atılmış ve görünmez ilan edilmiştim. Yere düşsem üstüme basıp geçerlerdi, o raddeye gelmiştik. Tüm bunlara dayanabilirdim ancak acıya dayanıklı olmak bunu hakettiğim anlamına gelmezdi.
Hissettiğim izlenme duygusu ile aniden düşüncelerden sıyrılmış ve kafamı kaldırmıştım. O'nunla göz göze gelmeyi beklemiyordum. Bir süre gözlerimi tuttum üstünde. Dalmış gibiydi yoksa çoktan gözlerini çekmiş ya da nefretle bana bakıyor olurdu. Oysa hala bana ilginç bir ifade ile bakmaya devam ediyordu.
İçimden hâlâ onu düşünüyor olmama küfürler savurdum. Evet son iki gündür böyleydim. Henüz 18 yaşımdayken hayatımın en doğal duyguları sebebiyle psikolojik şiddete maruz kalmamın asıl zanlısını nasıl hâlâ arzulayabilirdim ki? Bu kadar kör bir sevgi miydi bu? Ya da sevgi her şeyi örtebilir miydi?
Zilin çalması ile gözümü üstünden çekip toparlandım. Diğer ders bedendi ve herkes üstünü değiştirmek için soyunma odalarına iniyordu. Hâlâ kullanmak içim bir yerlerde beynim olduğundan asla soyunma odasına gitmemem gerektiğini biliyordum. Toparlandığım gibi geri sıraya koydum kafamı. Muhtemelen derse inmemi de tehtit olarak algılarlardı.
Sınıfın boşaldığını içerideki derin sessizlikten anlayabiliyordum. Parmaklarımı ritmik bir şekilde sıraya vurmaya başladım. Biraz ses olsun istiyordum. Sessizlik artık beni geriyordu. Sonra sabahtan beri ağzıma takılan şarkıyı mırıldanmaya başladım.
"Kimseyi takmadan yaşamak varken,
Uyuyamaz oldum düşünmekten."Ritimle birlikte ayağımı da hafifçe sallamaya başlamıştım. Sesim güzel değildi ancak bu şarkı söylememek için bir neden de değildi. Özellikle tam şu an da.
"Ya bizi böyle yakalarlarsa, kapının ardında sevişirken?
Ya bizi böyle gören olursa, koridorda sessizce öpüşürken?""Hâlâ eğlenebiliyor musun?" Duyduğum ses ile elimin ritmini ve ayağımı durdurdum. Cevap vermemeyi tercih ettim. Ona bulaşmak tekrar tekrar kırılmak demekti. Kendi kendime zarar vermek istemiyordum.
"Ya da şunu sormalıydım, nasıl okula geliyorsun hâlâ?" İç çekip sabır dilemek ile yetindim. İçimde olan inanç kırıntıları ile Allah'a yalvarmaktan başka bir şey yapamıyordum.
"Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordum kafamı kaldırmadan. Gözlerini hâlâ üstümde hissediyordum. "Daha ne kadar kötüleşebilir ki hayatım?" Görmüyordu ama meraklı bakışlar atıyordum duvara doğru.
"Bilmiyorum ama en zirvesini istiyorum." Kaşlarımı çatıp kafamı sıradan kaldırdım. Boynuma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum.
"Ne ara bu kadar acımasız oldun?" Hiçbir art niyet olmadan sordum. Gözlerini benden çekip sırasına bakmaya başladı.
"Bilmiyorum. Sana kin doluyum. Bir kaşık suda boğmak istiyorum."
"Ama neden?" dedim büyük bir telaş ile. "Eşcinselim diye mi? Yoksa senden hoş-"
"Söyleme şunu!" diye yüksek ama sakin sesle konuştu.
"Peki. Ama nedeni ne?" diye çıkıştım. İlk defa bu kadar net konuşuyorduk, tüm kartlarımız açıktı.
"İhanete uğramış gibi hissediyorum." dedi fısıltıyla. "Elif-" derin bir iç çekti. "Elif'i benim için terk ettin." derken gözlerinin dolduğunu fark ettim.
"Onunla isteyerek beraber değildim." diye bıkkın bir nefes verdim.
"Neden Elif'e dönmen için ısrar ediyordum hiç düşündün mü?" Aniden bana bakarken sordu. Omuz silktim. "Defalarca."
"Bilirsin Elif'le pek samimi değildik. Gerçi hâlâ değiliz ama-" Durduğunda devam etmesi için uyardım.
"Erkan ilk defa konuşuyoruz. Belki bir daha bu kadar sakin konuşmayacaksın bile benimle. Lütfen durma." Gözlerini tekrar sırasına diktiğinde bende önüme döndüm. Onu germek istemiyordum.
"Elif sen ondan ayrıldığında intihar girişiminde bulundu." Gözlerim aniden açılmışve nefes alış verişim düzensizleşmişti. Boğazıma oturan yumru ile ona döndüm.
"N-nasıl?" Fısıldıyla sadece bunu sorabildim.
"Bilmiyorum. Ama onu öyle görmek. Ne kadar sevmesem bile ilaç şişesiyle yerde görmek. Zamanında yetişmiştik Allah'tan." Çok yavaşça kendini açıklamıştı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sadece durdum. Birinin canını bu denli yakmış olma fikri beni bitiriyordu.
"Bunun sorumlusunu aramadım en başta. Duygularına kapılıp öyle bir saçmalık yapmıştı. Ama şimdi-" Gözlerini ovup devam etti. "Eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra söylemediğin için sana kızdım. Sonra da benim için terk etmiş olma fikri..." Cevap vermeyi reddediyordum. Ne diyeceğimi de bilmiyordum.
Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Sessizce sınıftan çıktım. Etraftaki insanları göremeyecek kadar gözlerim dolmuştu. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Omuzlarımdaki bu yük beni zaten can çekiştiğim o denizde dibe doğru çekiyordu. İç savaşın en büyüğünü burada veriyordum. Sahi, Hitler olsaydı ne yapardı?
***
3K için teşekkürler! Her yorumunuza tek tek bakıp, tepkilerinizi ölçüyorum. Cevap vermeme sebebim sizin kafanızdaki hikayeyi bozmamak. Çoğunuzu tanıyor gibiyim. Stalk falan yapıyorum arada. Bu sebeple her birinizi ayrı ayrı sevdiğimi belirtmek isterim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Two Ghosts • boy×boy
Teen FictionYarım dolu bardakta yüzen iki hayalet, tek bedende iki ruh.