Eda'nın anlatımı.
Geçmiş der susarız hep. Oysa geçmediğinin o kadar farkındayız ki, kendimizi kandırmaktan öteye gidemiyoruz. Yaşadığımız her ne varsa, geçmiş isimli karanlık bir kutuya hapsediyoruz. Gün ışığına hasret kalan, üzerine tonlarca kilit vurulmuş bir kutu. Yeniden nefes almak için an kollar hep. En ufak gün ışığı sızdı mı içeriye, vurulan kilitlerin hiçbir önemi kalmaz. Sana, tüm direnmelerine rağmen yeniden ortaya çıkar.
Geç olsa bile, farkına varırsın o zaman büyük bir hata yaptığının. Düşünmeden, doğruyu yalnışı tartmadan üzerini kapattığının farkına varırsın. Aslında kapatamadığını fark edersin. Üzerine kalın sisli bir örtü çekersin ama o örtünün altından hep sızan kan misali aklının en ücra köşesine sızan düşünceleri ne yaparsan yap engelleyemezsin.
Geçmişi geçmişte bıraktığını düşünmene rağmen geçmişin içinde boğulduğunun farkına bile varmazsın. Sessizce dalıp gidersin geçmişe doğru. Buğulu gözlerin neler yaşadığını ortaya serercesine bakar etrafına. Ne düşündüğünü bilemezsin çoğu zaman. Uykusuz gecelerin sağır eden çığlıklarını duyarsın. Derinden kopan bir feryat gibi böler sessizliği çığlıkların. Senden izin almadan akan yaşlar yıkar geçmişin kanlı izlerini.
Neye ağladığını, neden ağladığını bilmeden kendinden geçmiş gibi ağlarsın. Gözlerin geçmişe, kalbin ise ruhuna ağlar. Bölük pörçük uykular sarar dört bir yanını. Ah bir bilsen seni orada bile rahat bırakmayacaklarını. Zor da olsa kabullenir en sonunda insan, geçmişin asla geçmeyeceğini, bir gölge gibi hep takip edeceğini. Ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin, geçmeyeceğini farkeder. Ağır bir kabullenişle baş başa kalır insan. İşte o zaman anlar Zamanın hiçbir şeyin ilacı olmadığının ve hiçbir şeyin zamanla geçmeyeceğinin. Evet zaman hiçbir şeyin ilacı değildir. Sadece zamanla alışırsın. Geçti dediğin acıya karşılık bağışıklık kazanır ve ona sarılarak yaşamaya alışırsın.
"Balık yemiyor musun?" diye Berk bey sordu.
"Yiyorum aslında ama menüde benim yediğim balık yok. Sadece bir tür balık yiyorum o da sadece kuyruk kısmını. Çocukken onu da yemezdim. Annem başımın üstünde durur yemeyince masadan kalkmama izin vermezdi. Yerdim ama hemen lavaboya gider yediklerimi çıkarırdım." Bir damla sağ gözünden firar etti. Silmedi o damlayı yenisi gelecek biliyorum. Silerse ağlayacak. Ağlarsa konuşamayacak, kelimeler yerine hıçkırıkları firar edecek dudaklarından. Derin bir nefes alıp bekledi sakinleşmeyi.
"Şimdi yiyorum. Başımın üstünde durmuyor annem. Babam 'kızımı rahat bırak,' demiyor. Ben o yüzden tek bir balık yerim, annemin sık sık pişirdiği balık. Hep kuyruk kısmını koyardı önüme. Bahanemdi kılçıklı olması. Temizler öyle koyardı ama ben yine yemezdim. Bazen keşke o günlere dönsem de annemin elinden yesem, babama sarılsam diyorum." Ah be kuzum hala 7 yaşında o günde kaldın değil mi? Yıllar geçse de, son günü düşünüp kendine acı çektiriyorsun hep. Kendini af edemiyorsun. O gün son gün olduğunu bilseydin sıkı sıkı sarılacaktın ama bilemeden konuşmamıştın o gün. Sırf balık yedirdiği için küsmüştü küçücük kalbin. Bu yüzden af edemiyorsun değil mi kendini?
"Siz siz olun zamanın ve sevdiklerinizin kıymetini bilin," diyerek sildi akan yaşları. Gülümsedi ama ettiği tebessüm gözlerine ulaşmadı. "Ben elimi yüzümü yıkayıp geleyim," diye ayaklandı. Kaçıyordu. Konu her açıldığında olduğu gibi. Bir kere anlattı. Keşke anlatmasaydı dedim. Ama o zaman da tanıyamazdım. Güvenemezdim, koşulsuz şartsız kapılarımı açmazdım. 'Dost dostun yanına değil, yarasına gelir' demiş Hz. Şems-i Tebrizi. Haklıydı biz de yaramıza doğru adımladık hep.
"Güçlü. Ama bir o kadar da kırılgan. " Evet güçlüydü ama kendisiyle baş başa kalınca küçük bir kız çocuğu.
"Güçlüdür arkadaşım. Bir kere gördüm kırıldığı yeri. Ben taşıyamazdım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecmişin gölgesi
RomanceHer kesin bir geçmisi vardır. Unutmak isteyip unutamadığı, çakılıp kaldığı. bilinmezlikler.. Boşluklar ve yok oluşlarla dolu... Belki yok olmuştu adam... Sessiz ve çaresiz kurtulmayı bekleyerek... Peki ya kadın... Onun geçmişi geleceğini nasıl deği...