Eda'nın anlatımı.
Gecenin körkaranlığı diye bir ifade kullanırız. Gece başlı başına karanlık değil midir oysa? Güneş battığı anlarda çöker karanlık. Bir örtü misali kapanır gökyüzüne. Bazen o kadar koyu olur ki, güneş misali parlayan yıldızları da görünmez kılar. Kendi acılarının üzerine bir ışığın parlamasını istemez. Olduğu gibi kapkaranlık görünmeyi tercih eder.
Ama insan farklıdır. Karanlık bir örtüsü yoktur. Gecesi de, gündüzü de aynıdır. Canı yandığı zaman parlak bir gökyüzü bile dipsiz bir karanlık kuyu olur. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığı zaman sadece kendi karanlığını görür. Üzerine doğan güneş buz tutmuş kalbini ısıtmaya yetmez. Sadece kalbi değil, ruhu da soğumuştur artık. Her şey bir son bulmuştur artık.
O kadar acizdir ki, o anda insan, kendi gücünün farkına varamaz. Biraz dikkatli olsa, son diye bir şey olmadığının farkına varır belki de. Çünkü her son yeni bir başlangıçtır. Nasıl yolun sonu yeni bir yola çıkıyorsa, bu da öyle. Bizim için belki de bir sondur. Ama insanın ruhu bunun farkındadır. Karanlığın biteceğini bilir. Yeniden bir güneş doğacaktır. Her geceyi sona kavuşturan güneş gibi.
Düştüğü yerde ruhu kalkar insanın. O da düşerse tutunacak bir dal hiç olmaz. Her şeye inat o kalkar ayağa. Tüm acıları silip atmak için tutar gözyaşının elinden. Bir çocuk gibi kaçmasından korkarcasına sımsıkı tutarak kaldırır. Birlikte çıktıkları zorlu yolda birbirlerinin elini sıkıca tutarak adımlarlar. Ve tüm acıları yıkar atar gözyaşı. Ruhu temizler önce tüm kirlerden. Çünkü ruhu temizlenmezse yüreği yarım kalır. Kirlerin içinde atacak bir adım bulamaz.
Sabah Şefika'nın aramasıyla uyanmak zorunda kalmıştım. Gittiğinden beri her sabah arayıp uyandırıyordu. Bu aralar fazla uykuya düşkün olmuştum. Sanırım geçmişe olan özlem beni uykuya yenik düşürüyordu. Şefika'ya da anlatamıyordum. Bu durumda canını sıkmak istemiyorum. Amcası yeni çıktı hastaneden. Bu düşüncelere dalmışken Mert'in aramasıyla evden çıkmıştım.
Aşağı indiğimde Mert arabanın içinde oturuyordu. Arabaya geçip "Günaydın Mert. Hayırdır Karadeniz'de gemilerin mi battı?" Başını kaldırıp yorgun gözlerle yüzüme baktı. İlk defa onu bu halde gördüm.
"Günaydın Eda. Sağol ben de iyiyim sen nasılsın? Çok uykusuzum ya." Ha derdi anlaşıldı. Baştan söylesene be, ben de bir şey oldu sandım.
"Hadi in aşağı ben kullanayım arabayı. Bu halinle de araba kullanma, bugün taksiyle idare ederim. İtiraz yok şimdi ben kullanıyorum geç yan koltuğa." itiraz istemeyen sesimle Mert yan koltuğa geçmiş arabayı ben kullanmıştım. Bir kaza vakasını daha kaldıracak gücüm yok.
Şirketin önünde arabadan inip aracı park etmiştim. Şakalaşarak şirkete girince Berk beyle karşılaştık. Bu aralar bu adamda bir şey var çözemediğim, sebebini bilmediğim. Bazen çok mutlu, bazen çok sinirli ortası yok. Şimdi de kızgın boğa gibi bakıyor. Başımla selam verip içeri geçtim. Mert'te benimle birlikte asansöre kadar gelmiş sonra geri dönmüştü.
Öğlene kadar dosyalar ve yeni projeyle ilgili bir kaç dosya ile ilgilenmiş zaman nasıl geçti anlamamıştım. Mert gelmiş birlikte yemeğe çıkmıştık. Şirkete geri dönünce Berk bey resmen köpürüyordu. Sebebini bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. İçimden bir ses canım yanacak diyor. İşin ilginç yanı her zaman da doğru söylüyor. Ne güzel moralim azıcık düzelmişdi. Birisi illa limon sıkacak.
Yarım saat sonra Sanem Berk beyin çağırdığını söyledi. Geç kaldı paşamız. Daha erken esip gürlemesi gerekirdi oysa. Hayde gazamız mübarek ola. Odaya girdiğim de resmen savaş alanı gibiydi. Dosyaların bir çoğu koltuğun üzerindeydi. Etrafı incelemeye ne kadar dalmışsam "İncelemeniz bittiyse bir yere oturun Eda hanım!" diyerek resmen aşağıladı. Ama ben lafın altında kalamam ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecmişin gölgesi
Roman d'amourHer kesin bir geçmisi vardır. Unutmak isteyip unutamadığı, çakılıp kaldığı. bilinmezlikler.. Boşluklar ve yok oluşlarla dolu... Belki yok olmuştu adam... Sessiz ve çaresiz kurtulmayı bekleyerek... Peki ya kadın... Onun geçmişi geleceğini nasıl deği...