Edan'nın anlatımı.
Kader. Beş harften oluşan bir kelime. Herkesin dilinde olan, bir şeyi yapamadıkları zaman tek suçlu olan kader. Evet alnımıza yazılıdır doğduğumuz ve öleceğimiz an. Ama ortada olan o kısacık yaşam, yani iki nokta arasındaki mesafe bize aittir. Yani doğduğumuz gün elimize verilen beyaz sayfa bizimdir. Ya güzellikler dolduracak o sayfaları, ışıl ışıl her rengin yer aldığı çiçekli bir bahçe olacak, ya da karamsarlık o kadar yer alacak ki, sayfalarda siyahtan başka bir renge yer bırakmayacak.
Bazı insanlar yaptıkları hataları bile kadere bağlar. Alnıma yazılı olan buydu, o yüzden böyle oldu der. Halbuki tek suçlu kendisidir, kader değil. Güçsüz insanların, kendi hatalarını görmekten aciz insanların sığındıkları bir liman, ya da günah keçisidir kader. Suçu başkasına atıp kendini temize çıkarmak kolaydır çünkü.
Ama unutmamak gerek, kader gayrete aşıktır. Sen hiçbir şey yapmadan bir köşeye çekilip beklersen, bu kaderimdir, olacaktır dersen olmaz tabi ki. Kaderin güzel olmasını istiyorsan ilk önce sen çabalayacaksın. Ne dilinden duayı, ne de elinden işi bırakmayacaksın. İşte o zaman kaderin gayretine aşık olur.
Birgün gelir kaderde yazılanı görürsün, işte ogüne kadar sabretmek gerek...
Berk'e sarıldıktan sonra ayrıldık ikimizde de bitmeyen bir gözyaşı. O kadar can yarası var ki, hangi yarayı kapatmak gerektiğini bilemiyor insan. Ne kadar sarsan da o yarayı birgün öyle bir yerden kan sızmaya başlar ki, şaşar kalırsın. Ne kadar sarsan bile bazen boş olur sargın. Bazen de dikiş tuttu sanırsın yaran. Canın yana yana en kalın urganla dikiş attın. Attığın ince ipliklerle olan dikişlerin hiçbirisi tutmadı çünkü. Zamanla tek çareyi kalın urganda gördün. Ben o urganların da dikiş tutmadığını gördüm. Üstünü örttüğün bir yara kabuk bağlamaz çünkü.
Anlatmadığın sürece hep kan sızar. Hoş anlatsan da dinleyen olmaz. Dinleyenler ise sana darbeyi nereden vuracaklarını öğrenmek için ilgili gibi davranırlar. Bu yüzden anlatmadım yıllarca kimseye. Tabularımı yıkıp Şefika ile tanışana kadar. Ama şimdi kalbimin kapılarını çalan adama açma zamanı. Yoksa bu yolda ne o bana doğru bir adım yaklaşır, ne de ben ona emin adımlarla giderim.
"Ben daha bebekken ailem beni yetimhaneye bırakıyorlar. Beni büyüten ailemin de hiç çocukları olmuyormuş ve evlatlık almak istemişler. Tek çareleri o kalmış. Çocuk hasreti çekiyorlarmış. Daha doğrusu annem çekiyormuş, babam annemi kaybetmemek için kabul etmiş. Beni almışlar. Ben 3 ve ya 4 yaşıma gelince beni büyüten annem son kez daha tedaviye başlamış ve sonuçta vermiş. Hamile kalmış.
Benim hiçbir şeyden haberim yok. Kardeşim olduktan sonra da bana ilk aldıkları gibi davranıyorlardı. Kanından, canından biri gibi, ya da ben öyle sanıyorum. Sonra kardeşim olduğunu bana babam söylemişti. Çocuk aklı işte o kadar çok sevinmiştim ki, benimde kardeşim oldu artık onunla oyun oynayacağım diye.
Hastanede koşturuyordum. Sonra ikinci kardeşim de oldu yine aynı mutluluk sardı evimizi. Üniversite döneminde ailemden değilde kız kardeşim sandığım kişiden öğrendim. En acısı da ne biliyor musun? 1 sene önce kanseri yenmiştim." Diyerek başımı kaldırıp Berk'e baktım. Bakışlarındaki anlamı çözemedim. Çözmek için çaba da harcamadım
"Zaten o kanser yüzünden her şey bozulduya. Sırf onlar kanser olduğumu öğrenmesin, üzülmesin diye hep yalan söyledik. Bu süreçte kız kardeşim gitmek istediği yerlere benim yüzümden gidemiyordu. Bu beni üzse de elimden bir şey gelmiyordu. İyileştikten bir süre sonra birgün benim evlatlık olduğumu 2 kardeşime de söylemişler. O zaman benim haberim yok evlatlık olduğumdan. Kardeşlerim bana değişik davranmaya başladılar. Hep bana öyle geliyor diye kendimi yedim. Kendimi böyle kandırmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecmişin gölgesi
RomanceHer kesin bir geçmisi vardır. Unutmak isteyip unutamadığı, çakılıp kaldığı. bilinmezlikler.. Boşluklar ve yok oluşlarla dolu... Belki yok olmuştu adam... Sessiz ve çaresiz kurtulmayı bekleyerek... Peki ya kadın... Onun geçmişi geleceğini nasıl deği...