Dağ evi 2

171 129 318
                                    

Eda'nın anlatımı.

Bazen sorarım kendime nedir unutmak? Bir insanı, anıları, seni sen yapan hatıraları unutabilir misin? Unutmak diye bir şey var mı? Bu kadar kolay mı bir şeyi geride bırakmak? İstediğin zaman yapabilir misin? Gözünden yaşı sildiğin gibi tüm yaşanmışlıkları da silmek mümkün mü? Aklımın bir köşesinde dönüp duran, ama cevabını bulamadığım soru yığınları.

Belki de cevabı sorunun içinde saklıdır. Ne kadar inkar etsek bile, unutmak diye bir şeyin olmadığını iyi biliriz. Ama bazı şeyleri hatırlamadığımız an unuttuk sanırız. Açık yaralarımız kabuk bağladı diye düşünür, iyileşmek için büyük bir adım attığımızı sanırız. Bir nevi mutluluk kapıları açılmıştır sanırız. Yarabandına ihtiyacımız kalmadı. Kanayan yaramıza attığımız dikiş tutmak üzeredir. Yıllarca kanayan yaramız kabuk bağlıyor artık. Nasıl mutlu olmayasın ki?

İçinde susmadan konuşan ses: 'Ben sana ne demiştim? Bir gün unutacaksın. O yara istemese de kabuk bağlayacak. Sızlayan tek bir hücren dahi kalmayacak demedim mi?' Hak verme zamanıdır senin için. Düştüğün yerden daha dik kalkmışsındır. Ruhun etrafına neşe saçar. Uzattığı eli tutmuşsundur artık. Birlikte güçlü yürüme zamanıdır. O ana kadar.

Kurduğun mutluluk kalesi büyük bir gürültüyle yıkılır. Ne altında kalmışsındır, ne de kenara çekilmiş. Öylece bir bilinmezlikte. Adım atacak tek bir yer kalmamıştır sana. Doğru bildiğin yanlışın sana tokat misali gerçekleri gösterdi. Geçti dediğin hiçbir şey geçmedi. Unutmadın. Unutmuş gibi yaptın. Kendini kandırmak için yalanlar söyledin sadece. 

Unutmak istediklerini kapalı bir kutuya itekledin. Kalbinin en ücra köşesine anahtarını fırlatsan da, en küçük bir olayda o kutu gürültüyle açılıp tüm acıları ruhunun her zerresine serpecek. Ne kadar itiraz edersen et, ne kendinden, ne de geçmişinden kaçamazsın. Unutamazsın. Unutmak diye bir şey yok. Unutamamak diye bir şey vardır. 

Bu oda neden bu kadar küçük? Odada koltuk falan da yok ki, birimiz orada uyuyalım. Bizi karı koca sanmasalar sıkıntı yok, birimiz salonda falan kalırız ama gel de şimdi onlara gerçeği anlat. Neyi nasıl anlatasın ki? O kadar yakın davranırsan böyle anlamaları gayet normal. Suç onlarda değil ki, bizde. Sesli bir şekilde "Offfff" deyince Berk beyi daldığı rüyadan uyandıra bilmiştim. Bana dönünce:

"Biz nasıl uyuyucağız? Birimiz salona geçsek diyeceğim ama?" kendimi tutamayarak içimden geçenleri söylemiştim. 

"Diyemiyorsun. Bunlar neden bizi karı koca sandılar ben onu anlamıyorum?" Ben anladım sanırım. Ama gel de bunu doğru kelimeleri kullanarak anlat. 

"Bizim yakın davranmamızdan ve bana takılmandan yanlış anlamış olabilirler mi acaba?" ilk defa duyduğu bir cümle söylemişim gibi yüzüme bakmaya devam ediyordu. Yanlış bir şey mi söyledim diye düşündüm, ama yok yanlış bir şey demedim. Bizim gibi bir çift karşımda olsa, ben de öyle anlayabilirim. 

"Eda ben kime nasıl davranacağımı gayet iyi biliyorum. Buna kimse de karışamaz. Bu benim ve karşımdaki kişinin arasında olan bir durum. Başka birinin de söz hakkı yok. Yanlış anlamaları onların sorunu. Biz evliyiz dedik mi? Hayır. Kendi kendilerine hüküm vermeleri çok yanlış. Bu yanlışlar yüzünden ne canlar yandı haberleri yok sanırım. Kaç genç kız sırf bu yüzden hayatından oldu. Kaç kişi sırf bu yüzden cehennemi her aldığı nefeste yaşıyor. Bu olup bitene sessiz kalanlar iki yakın davranışa da laf söyleyemezler. Neyse sen burada uyu ben salona geçerim. Ikimizin aynı odada kalması onların yanlışını doğrular." Konuşması sert olsa da çok haklıydı. Kendi kendilerine böyle karar vermemeleri lazım.

Berk bey odadan çıkınca Mercan teyzeyle çarpıştı. Kadın elinde iki bardak sütle bizim odaya geliyormuş. O masum haline dayanamdım. Berk beyin söyleyeceği en ufak kelime kalbini tamiri imkansız şekilde kıracaktı. Tamam belki hata her iki tarafta da var, ama tüm suçu onlara yükleyemeyiz. Kalplerini kırmaya hakkımız yok. Dayanamadım

Gecmişin gölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin