Yüzümü tıpkı bıçak gibi kesen güneş ışınlarının, odaya doldurduğu o kasvetli havayla araladığımda gözlerimi, yatağın iç tarafına doğru bükülen bedenimi fark etmem uzun sürmedi. Kaşlarımı uyuşuk bir halde kaldırıp oyalanmadan ayağa kalktım.Bugün okula gideceğimi biliyordum ve bu yüzden garip bir heyecan vardı içimde. Çok saçmaydı. Alıştığım bir şeyi şimdi izin aldığım için yapmam bana çok saçma geliyordu.
Acıkmıştım, bu yüzden kendimi toparlama gereği duymadan kapıyı açıp büyük adımlarla aşağıya indim ve mutfağa girdim.
Zaman kaybetmeden dolabın kapağını açtığımda içinden kaşar peynirini çıkarıp dilimlemeye başladım. Diğer yandan da su ısıtmaya çalışıyordum. Nihayet peyniri dilimleyip tost makinesinin fişini prize yerleştirdiğimde mutfaktaki sandalyelerden birinin çekildiğini duydum ama Sehun olduğunu bildiğimden bakma gereği duymadım.
"Tost yapıyorum, sen de ister misin?" diye sordum kısık bir sesle. Yalnızca, "Hayır." demekle yetindi. "Kahve?"
"Olabilir."
Dudaklarımı birbirine bastırıp, tost makinesinin kapağına daha çok yüklendim ve kaşarın erimesini sağladım. Kısa bir süre sonra çıkarttığım tabağın içine tostu bırakıp iki fincan da kahve yaptım.
Karşısına oturduğumda bir süre gözlerini yüzümde gezdirip kahve finacını eline aldı. "Solgun görünüyorsun. Hasta mı oldun?"
"Bilmiyorum ki," diye mırıldandım. "Sanırım, dün akşam üşüttüm. Burnum akıyor."
Bir elini uzatıp alınma bastırdı ancak ben umursamazca tostumu yemeye başlamıştım bile. "Ateşin var gibi." dedi sıkıntılı bir sesle. "Hastaneye gitsek iyi olur."
"Hayır ya," dedim alelacele. Okula gidecektim. Hastaneye gidersem okula gidemezdim ki. "Yalnızca Burnum akıyor. Hastanelik bir durum yok."
Israr etmedi.
Birkaç dakikalık rahatsız edici sessizlik geçti aramızda. Bu sessizlik Sehun'un bana bir telefon uzatmasıyla son buldu. "Al."
"Bu ne?" diye sordum sorgulayarak. Kaşlarım kavislenirken gözlerini devirip saçlarını karıştırdı.
"Konuşmak, mesajlaşmak, fotoğraf çekmek için." duraksadı. "Ha, inanır mısın, internete bile giriyor?" Ses tonunda muzzam bir alay vardı.
Gözlerimi kısıp elindeki telefonu aldım. "Engin bilgilerin de olmasa, ilk çağ insanlarından bir farkım kalmayacak, sağ ol." dedim tavrına karşılık vererek. Huysuz bir homurtu yükseldi dudaklarının arasından. Hemen ardından da dudağımın kenarında kalan ekmek kırıntılarını parmağıyla temizledi.
"Anneni," dedikten sonra bakışlarını masaya çevirdi. "Ya da ne bileyim arkadaşlarını falan ararsın diye düşündüm. Okula gideceksin zaten, unutmadım merak etme... Yani, bir şey olursa beni de ararsın değil mi?" dudaklarından dökülen kelimelerin farkındalığıyla kocaman gülümsedim.