Kötülük kimsenin yaşamadığı yerlerde bile var olan bir tohumdu. Yağmur yağar, güneş açar, tohum büyürdü. Bir zaman sonra meyve verir, güzelleşir ve cezbedici olurdu. Günün birindeyse o meyve kimilerine iştah açıcı gelirdi ve kendini yemekten alıkoyamazdı. Bir süredir kendimi, o meyveyi yemiş gibi hissediyordum. Çünkü bir süredir, birini öldürebilmek istiyordum.
Başımda derin bir ağrı vardı. Gözlerimi açmaya çalıştıkça ağrı sanki daha da şiddetleniyordu ama bu yine de gözlerimi açmam için engel değildi.
Gözlerimi açtım.
Ve Sehun'u gördüm.
Yatağın hemen yanında dikiliyor, sanırım uyanmamı bekliyordu. Elimi başıma götürüp ters ters ona baktım. "Ödümü kopardın."
"Yalan söyleme, korkmadın." dedi ruhsuz bir sesle. Gözlerinde derin bir ciddiyet vardı.
Sırıttım. "Evet."
İfadesi bozulmadı. Elini kaldırıp kolundaki saate baktığında ben yerimde doğrulmaya çalışıyordum. "Bir saat içinde hazır ol, mekân'a geçiyoruz. Bir saati geçmesin."
"Ne?" dedim saçlarımı kaşıyıp ayağıma dolanan yorgandan kurtulmaya çalışırken. "Saat kaç? Hem niye gidiyoruz ya? Sehun!"
Kapıyı araladı. "Saat akşam altıyı geçti."
Ve gitti.
Arkasından şaşkın şaşkın bakarken yorganı tekmeleyip kısa sürede yataktan çıktım. Yüzümü yıkama gereği duymadan hızlıca dolaptan kıyafet çıkardım ve üzerime geçirdim.
Tanrım, çok güzeldim!
Laciver kadife ceketim, beyaz gömleğim ve siyah pantolonum... Tanrım!
Omuzlarımı dikleştirdim. İnce parmaklarımı kaldırıp omzumdaki hayali tozları silkeledikten sonra aynanın önüne geçip saçlarımı taradım ve maşayı prize takarak saçlarımı kıvırmak için kendime zaman ayırdım. Saçlarımı hallettikten sonra perçemlerimi ortadan ikiye ayırıp makyajımı hallettim ve aynaya dikkatle baktım.
Tanrım!
Çok güzelim!
Harikayım!
Ayağıma siyah düz ayakkabılarımı geçirdikten sonra kapıya yönelip dışarıya çıktım. Koridor ışıkları yanıyordu. Bir yere gidiyorsak eğer prens gibi davranmalıydım. Zaten prens olduğum için bunda çok zorlanmayacaktım. Koridor boyu Sehun'un odasına doğru yürüdüm. Onun beyaz ahşap kapısını tıklattığımda, "Gelebilir miyim?" diye sordum.
"Gel, güzelim."
Kulpu indirip içeriye girdiğimde büyülendim. Ah, çok yakışıklıydı. Lanet bir yakışıklılığı vardı. Simsiyah bir takım giymişti. Sehun gözlerini bana çevirdiğinde içmekte olduğu suyu geriye püskürttü.