KEYİFLİ OKUMALAR.
YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN CANLAR.
*
Eski bir rivayete göre bir kişi ölmüş bir yakınını rüyasında kendisiyle sohbet ediyorken ya da birlikte yemek yerken görürse, o rüyayı gören kişi yakın zamanda çevresinden bir kişiyi kaybedeceğine işaret edermiş.
Aslında bu tür şeylere inanan bir insan değildim. Rüyaların bize işaret yolladığı düşüncesi pek inandırıcı gelmiyordu bana açıkçası. Bilimsel diliyle 'Gün içinde yaşanılan olayların bilinç altına yerleşmesi sonucu oluşan bir kurgu.' daha mantıklı geliyordu bana. Hatta bundan on gün önce kahvaltı masasında babama karşı da bu fikri savunarak babamı rahatlatmaya çalışan da bendim.
Babamın sabah masada keyifsizce çayını karıştırması annemin radarına girmiş ve anında sormuştu.
"Neyin var Harun?" Babam parmakları arasında ki küçük çay kaşığını usulca bırakıp geriye yaslanırken saçlarının ne kadar beyazladığına takılmıştı gözlerim. Yaşlanıyordu artık.
"Babamı gördüm rüyamda." Bu çok olağan bir şeydi. İnsanlar özledikleri kişileri pek ala rüyalarında görebilirlerdi. "Sohbet ettik baya. Bilmiyorum yıllar sonra onu rüyamda görmek beni afallattı her halde." Buraya kadar da her şey olağandı.
"Hayırlara vesile olsun. Neler konuştunuz?" Annemin sorusuyla babam başını iki yana salladı.
"Hatırlamıyorum. Sadece uzun uzun sohbet ettik evin bahçesinde ki çardakta oturmuştuk."
"Ne güzel işte özlemişsindir babanı da." Annemin sözlerine karşılık babam tekrar başını salladı iki yana doğru.
"Yok Züleyha yok. İçimde çok kötü bir sıkıntı var. Babamı böyle bir anda rüyamda görmem hiç hayra alamet değil. Korkuyorum anneme bir şey olacak diye."
Babamın endişesi annesiydi çünkü kimsenin aklına 25 yaşında zıpkın gibi bir delikanlının öleceği aklına gelmezdi. Ama bilirsiniz işte ölüm sadece yaşlılara uğramıyordu.
Sohbetin arasına girerek neden babaanneme bir şeyin olacağını sorduğumda aynen şu yanıtı aldım. "Eğer ölmüş bir yakınınla yemek yiyiyor ya da onunla sohbet ediyorsan bil ki o gelen kişi yanında birini götürecektir!''
Bunu ilk duyduğumda bana o kadar saçma gelmişti ki babama sadece dedemi özlediği için rüyasına girdiğini ve babaannemin hiç bir şeyinin olmadığına karşı babamı inandırmıştım. Nitekim babaanneme de bir şey olmamıştı zaten. Ya da olmuştu.Şuan sedyeyle ambulansa bindirilirken kalkıp da babaanneme bir şey olmadı diyemiyordum açık konuşmak gerekirse ama zaten kimse iyi değildi.
Beynimin içinde dönüp duran o on gün önceki konuşmalarımız beni resmen yerle yeksan etmişti. Tesadüf müydü bu yoksa gerçekten böyle bir şey var mıydı bilmiyordum ama sadece artık rüyalarımda ölmüş bir yakınımı görmek istemiyordum. Bu abim bile olsa.
*
Abimin ölüm haberi bize ulaştıktan sonra evde küçük bir kaos yaşanmıştı. Babaannemin feryatlarının arasında fenalaşması sonucu ambulansı aramıştık ve şimdi de onu ambulansa bindiren görevlileri buğulu gözlerle seyrediyordum. Apartmanın önünde ki iki merdivenin üzerinde oturmuştum ve hemen yanımda Aslıhan abla ve Özgür vardı.
Bir türlü dinmeyen gözyaşlarımı artık silmekten yorulmuş ve bırakmıştım. Hayatımın belki de en kötü gününü yaşıyordum ve yanımda kimsem yoktu. Ne annem ne babam ve en önemlisi ne de abim...
Geçmiş zamanlarda bir yazar eşi öldüğünde günlüğüne şöyle bir şey yazmış. "Şuan yaşadığım bu kötü acıyı sana anlatmak için can çekişiyorum. Doktorların bana senin öldüğünü söylediklerinde hemen sana koşmak istedim. Sana koşup her şeyi anlatmak ve kollarında ağlamak istedim..."
Tam olarak böyle miydi bu söz emin değildim ama bildiğim bir şey varsa şuan hissettiklerimi kesinlikle bu sözlerle ifade edebilirdim. Abim ölmüştü ve ben içimde ki bu acıyı anlatmak ve dindirmek için deli gibi abimi arıyordum. Abime, abimin gidişini anlatmak istiyordum.
Daha bu sabah mahallede ki çocuklarla top oynuyorken şimdi bir daha asla bu mahalleden geçemeyecek olması canımı çok acıtıyordu.
Biz dört kardeştik.
Ablam evlenip şehir dışına gelin gitmişti. Büyük abim -Yalın- şuan hapisteydi ve küçük abim -Yalçın- ölmüştü. Bu kelime o kadar itici, iğrenç ve katlanılmaz bir söz olmuştu ki benim için sanki bu dünya da normalde ölüm denen şeyin daha önce kimsenin başına gelmediğini ve ilk defa bizim başımıza gelmişte bu büyük acıyı sadece biz yaşamışız gibi hissediyordum. Biliyorum bu doğanın kanunuydu. İnsanlar doğar, insanlar ölürdü. Benim tek isyanım benim tek serzenişim bu kadar erken bir gidişeydi.
-
İlk haber -yani Hakan amcamın eve gelip kapıyı kırarcasına çaldığı o saatler.- ikindi saatleriydi. Yani 15.30-16.00 civarı bir saat dilimi. O saatlerde hala abim yaşıyordu. Daha sonra 19.00 saatlerinde o haber geldi. 'Kurtaramadık' Saat beş civarlarında ölmüştü abim ve onu saatlerce o ayağını kelepçe gibi saran iki kayalıktan kurtulamamıştı. Sabah saat 05.00 saatlerinde itfaiye ekipleri ve jandarma birlikte en son çıkarabilmişler cesedi. Ve şimdi saat sabahın yedisiydi, amcamlar eve yeni gelmişti. Barış abi, Aslan abi ve Devran abi bitap halde yan yana oturmuşlardı ve hepsinin gözleri kıpkırmızıydı. Doğruyu söylemek gerekirse onları ilk defa bu halde görüyordum. Daha önce değil gözlerinin kan çanağına dönmesi, tek damla gözyaşı döktüklerine dahi şahit olmamıştım.
Bakışlarımla hepsini taramadan edemedim. Üzerlerinde ki kıyafetler kir pas içindeydi, paçalarında kurumuş çamur lekeleri vardı ve Aslan abinin siyah tişörtünde ki kolundan göğüsüne kadar uzanan büyük yırtık en çok dikkat çekenlerdi belki ama benim radarıma giren en önemli şey Aslan abinin sol kolunda ki büyük şişlik ve morluktu. Bileğinden dirseğine uzanan morluk o kadar belirgindi ki nasıl oldu da kimse fark edemedi diye düşünmeden edemedim. Hastaneye gitmesi gerekiyordu.
Gözlerimle incelediğim kol bir anda gözlerimin önünden çıkıp Aslan abinin hemen arkasında yer alınca hemen bakışlarını yüzüne çevirdim. Hafif çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu fakat gözlerimiz birbirine değince saniyesinde çekmişti bakışlarını benden. Neden böyle bir harekette bulunduğunu az çok anlasam da buna kayıtsız kalamayıp yanımda oturan Aslıhan ablanın kulağına eğildim ve Aslan abinin kolunda bir morluğu olduğunu ve hastaneye gitmesi gerektiğini söyledim o ise kendisinin de fark ettiğini ama söylediğinde ret ettiğini şuan sırası olmadığını söylediğini söylemişti. Bu cevaba karşılık bir şey diyemeyip önüme dönmüştüm.
Salonda ki sessizlik bana ağır gelmeye başlamışken çalan kapının sesiyle biraz rahatlamıştım. Sessizlik bazen hiç iyi gelmiyordu. Aslıhan abla yanımdan kalkıp kapıya giderken bakışlarım tekrar Aslan abiyi buldu. Bakışları yerdeydi. Saniyeler geçmeden salon kapısından içeri giren babamla herkes onlara doğru dönmüştü. İki gün önce gülerek ablamın yanına görnderdiğim babam şimdi elli yaş yaşlanmış gibiydi. Yüzü çökmüş, gözlerinin feri sönmüştü. Omuzları çökmüş içeri girerken hemen arkasında ki annem ve onun kolundan tutmuş düşmemesi için çabalayan ablamı görünce oturduğum yerden kalkıp onların yanına ilerledim. Annemin içeri girer girmez feryat etmesi hıçkırmama neden olmuştu. Sürekli 'Yalçın!' diye ağlıyordu. Ablamla annemi koltuğa oturtup yanına çöktük. Salonun ortasında dikilen babamın hemen karşısında duran amcama kaydı gözlerim. Amcam babama sarılırken ikisi de omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Karşımda ki iki koca adamın hıçkırıkları salonu doldurdu uzun süre. Birbirinden ayrılmadılar dakikalarca. En son ayrıldıklarında babam ellerini koyacak yer bulamamış gibi iki yanına bırakıverdi. Kısa bir an sendeler gibi oldu ama hemen toparladı kendini ve belki benim bu hayatta unutamayacağım sözleri amcama söyledi babam.
"Benim çocuklarım sahipsiz mi abi?"
*
NASIL BULDUNUZ BÖLÜMÜ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE YARASI
General Fiction"Zeliha olmuyor!" dedi başını iki yana sallarken. Elini kalbine götürdü sertçe vururken. "Yemin ederim ki burası senin için atıyor ama burası..." Derken elini başına götürmüştü. "Burası var ya... O kadar şey söylüyor ki ne susturabiliyorum nede haks...