Her güzel şeyin sonu olacağı gibi güzel bir uykunun da sonu hep olurdu. Sabah olduğu vakit alarmım avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Telefonu evire çevire bir şeyler yaptıktan sonra huysuzca yataktan çıktım. Bitmiyordu şu okul, asla bitmeyecek gibi duruyordu. Daha ne kadar okula gidecektim acaba? Eğitime karşı değildim. Bence kesinlikle gerekli bir şeydi ama layıkıyla yapıldığı taktirde.
Miskince tuvalete gidip işlerimi hallettikten sonra aceleyle odaya geri gelip telefonu tekrar elime aldım. Acaba bu çalan hangi alarmdı?
Kurduğum alarmların hiçbir zaman ilkine kalkmazdım bu yüzden 12456387 tane alarm kurardım. Bu çalan alarm ise bana geç kaldığımı güzelce haber veriyordu. Acele ederek üzerimi değiştirip evden dışarı attım kendimi. Hande her zamanki gibi mahallemizin köşesinde bekliyordu.
''Günaydın gözlüklü şirin.'' Bugün o kadar çok acele etmiştim ki lenslerimi bile takamamıştım. Hande dediğinde, bunu fark ederek elim gözlük çerçevesine gitti. Doğru, bugün inek takılacaktık demek sanılanın aksine.
Mırıldandım. ''Günaydın Çingen.''
Hande beyaz teni, kahverengi gözleri ve minicik boyuyla her ne kadar çingene benzemese de ben ona böyle hitap etmeyi seviyordum. Sinirlenişi hoşuma gidiyordu. Suratını asarken sırıtmıştım. Bu benim sevdiğim insanlara sevgimi gösterme şeklimdi işte. Serbest serseri stilim!
''Bana böyle hitap etmeyi kes.''
Kıkırdayarak bir yandan acele acele yürürken bir yandan da devam ettim. ''Kesmiyorum Çingen.'' Kaşındığımın farkındaydım çünkü cidden bu lakaptan nefret ediyordu. Ama sabah sabah huysuzluğum üzerimdeydi maalesef. Beni biraz çekecekti güzel arkadaşım.
''Peki, öyleyse bunu hak ettin.''
Daha 'Neyi?' diye sorgulayamadan başımdan aşağı bir şişe suyun yarısını boşalttı.
Sokağın ortasında.
Bir şişe.
Çığlığı basarken Hande de kahkahalarıyla mahalleyi inletiyordu.
''Seni pis Çingen. Sen görürsün.'' diyerek ben de suyumu başından aşağı boşalttığımda durum tam tersine dönmüştü. Ben kahkaha atıyordum bu sefer. İntikam falan neyse de ödeşmek adettendir arkadaşlar. Neyse ki Antalya'da çoğu zaman hava sıcaktı ve eve gidip üstümü değiştirmemize gerek yoktu.
Az önceki çocuklaşmadan sıyrılarak salına salına yolda yürümeye başladık. Havadan sudan muhabbetler ederek okula vardığımızda saatime baktım. Zaten geç kalmıştık, acele etmemize gerek yok diye yolda da iyice oyalanınca ilk dersi kaçırmıştık.
Okul sistemimiz biraz tuhaftı. Sınıfların birbiriyle kaynaşması adına bazı derslerimiz karışık sınıflarda alınıyordu. Örneğin ben C şubesiydim, Hande de D şubesinde. Biz bazı derslerde onunla birlikte aynı sınıfta olabiliyorduk. Aynı durum A ve B şubesinde de geçerliydi. Şubeler bazı derslerde kendi aralarında karışabiliyordu. Genellikle bu dersler 2. ve 6. derslerde oluyordu. Yani şu an aynı derse gitmemiz gerekiyordu.
"Ders ne Hande?" Gözlerini devirdiğinde omuz silktim.
"Coğrafya olmalı." Binamıza doğru ilerledik. Ortak derslerin sınıfları daha büyük olduğu için farkı bir binası vardı. Her zamanki sıramıza oturduk ve 2. dersimizi de bu şekilde atlatmayı başarmıştık. Ve hala yıkılmamıştık, ayaktaydık!
Coğrafya dersini aşırı anlamıyordum ama üçüncü ders olan Tarih dersine bayılırdım. Yani savaşlar ilgimi çekerdi ya da tarihte yaşanan diğer şeyler. Kronolojiyi pek sevmesem de ilgimi çeken olaylar çabucak aklımda yer edinirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nehirler Boyunca I
Genç KurguAnlaşamayan iki insanın yaptığı anlaşma ne kadar sağlam olabilir ki? Bu yolun sonu nereye gider bilemiyordum ama Nehirler Boyunca koşmaktan farksızdı..