-ALEX-
Her hafta içi şu okul denilen lanet yüzünden erken uyanmak zorunda mıyım tanrım?! Günlüğümün ilk sayfasına bu cümleyle başlamayı ben de istemezdim. Tüm senemin bu şekilde geçecek olmasının düşüncesi ise tam bir hayal kırıklığı!
Sevgili okulumun ilk dersine geç kalmamak için fazla oyalanmamaya çalıştım. İlk günden geç kalan tip olmak pek bana göre değil. Her zaman ödevlerini tam yapan, öğretmenin sözünü ikiletmeyen bir tip de değilim. İkisinin arası bir yerde olduğum söylenebilir.
Okula gidip gelmek için kullanabileceğim bir arabam yok maalesef. Golden Hills her ne kadar küçük bir kasaba da olsa yürüyerek bir yere gitme fikri üşengeçlik damarıma ters, bu nedenle otobüs kullanmayı tercih ediyorum. Bugün de, aynı önceki senelerde olduğu gibi tercihimden şaşmadım ve durağa doğru ilerlemek için çantamı alıp evden çıktım. Evden çıkmamla yağmurla karşılaşmam bir oldu.
Yaklaşık on dakika içinde okuluma yakın bir yerde duran otobüsten indim ve derse yetişebilmek için hızlı hızlı adım atarken yanımdan geçen arabanın yoldaki su birikintisini üzerime sıçratmasıyla "Yavaş olsana lan!" diye bağırdım arkasından. Sırılsıklam olduğum yetmezmiş gibi bir de geç kalmıştım.
Golden Hills genelde yağmurludur, güneşli gün sayısı yaz mevsimi dışında çok azdır. Bu nedenle bu tarz olaylarla karşılaşmak kaçınılmazdır.
Okula vardığımda koridordaki birkaç alt sınıf halime bakıp bana güldü. Aldırmadan direk sınıfa girdim ve gözlerim en yakın arkadaşım Emma'yı aradı. Emma benim çocukluk arkadaşım. Hatta kız kardeşim gibi diyebilirim. Ara sıra ufak tartışmalarımız olsa da bizi öyle kabullendim ve bu durumdan da gayet memnunum.
Sınıfa girdiğimde herkes gülmeye başladı. Gerçekten korkunç görünüyor olmalıydım. Hemen Emma'nın yanındaki boş sıraya geçtim. Emma'nın tepkisi de sınıftakilerden farklı değildi.
"Bu halin ne?" deyip kıkır kıkır gülmeye başladı.
"Hiç sorma." dedim konuyu kapatmak istercesine. Omuzlarını silkti. Bu, Emma'nın 'sen nasıl istersen' hareketidir.
İlk ders tarihti. Bayan Keaton'dan geç kaldığım için özür diledim. Takmaz bir tavırla sıkıcı bir şekilde Christoph Colomb'un saçmalıklarını anlatmaya başladı. Hangi salak Amerika'yı Hindistan sanabilirdi ki? Bunu Emma'ya sessiz bir şekilde söylememe rağmen Keaton cadısı beni duydu.
"Çok yanlış düşünüyorsunuz Bay Wentworth! Bu mükemmel kıtayı keşfetmek de çok önemli bir başarıdır. Ceza olarak 1800'lerde açıklanamayan olayları araştırmanı istiyorum." dedi gözlerinden alevler saçarken.
"Tabi efendim." dedim mahcup bir şekilde.
Dersin sıkıcılığından yakınan Emma'yı dinlerken sabırsızca zilin çalması için dua ettim ve sonunda dualarım kabul oldu. Teneffüs, bu dünyadaki nadir güzelliklerden...
Tam kafamı sıraya koymuştum ki Emma omzumu dürtüp heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya başladı.
"Okula yeni gelen kızı gördün mü? Herkes onun hakkında konuşuyor. Kızın adı neydi ya?" dedi ve birkaç saniye duraksadı. "Sanırım Effy gibi bir şeydi, Ellie de olabilir. Daha önce beş kere okul değiştirmiş."
'Neden o kadar okul değiştirir ki bir insan?' diye düşünmeden edemedim.
"Neden herkes onun hakkında konuşuyor?" diye sordum aklımdaki diğer bir soruyu Emma'ya yöneltirken. Kocaman yeşil gözlerini kırpıştırıp konuşmaya devam etti.
"Aslında kötü bir kıza benzemiyor, ama henüz kimseyle iletişim kurmaya çalışmamış, havalı biri sanırım." dedi bir eliyle siyah, dalgalı saçını omzunun arkasına atıp.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ
FantasyBir yanda güçlerini yeni fark eden iki gencin birbirlerine kısa sürede geri dönülemez bir biçimde aşık olmaları ve bunun getirdiği sonuçların hayatlarını alt üst etmesi... Diğer yanda ise nefes aldığı her saniye boyunca intikam duygusuyla beslenen...