İyi okumalar :)
Bölüm şarkısı - Anathema / One Last Goodbye
---
Bir adam, yerde yatan Alex'e kalp masajı yapıyordu. Alex olduğunu ise giydiklerinden anlayabilmiştim. Yüzü berbat bir haldeydi. Bir et parçası gibi yerde yatıyordu. Kan kokusu her yanı sarmıştı. Bu görüntü ayaklarımın bağının çözülmesine neden oldu ve dizlerimin üstüne düştüm. Konuşamıyordum. Tepki veremiyordum. Nefes bile aldığımdan emin değildim. Tek yapabildiğim tüm uğultunun arasından Alex'in başındaki doktorların konuşmasını dinlemekti.
"Durumu ağır, çok kan kaybetmiş. Kafasından darbe almış."
"Kalp masajı işe yaramıyor!"
"Hemen sedyeye kaldırın, hastaneye yetişmeliyiz."
Bu kadar uğultunun arasından gözlerimin önüne siyah bir perde çeken sesin dedikleri şunlar oldu:
"Durun, gerek kalmadı. Nabzı atmıyor. Ölüm saati: 23.00."
---
-ALEX-
Soğuk...
Karanlık...
Yalnızlık...
Sert bir rüzgar gibi yüzüme çarpan gerçek, içinde bulunduğum karanlıktan beni kimsenin kurtaramayacağını söylüyordu. Öyle bir karanlıktı ki; siyahtan daha koyuydu, geceden daha soğuktu.
Hissettiğim tek duygu boşluktu. Evet, acı ve şaşkınlık yerini kocaman bir boşluğa bırakmıştı. Bunun sebebi belki de ne hissetmem gerektiğini bilmediğimden kaynaklanıyordu ya da gerçek anlamıyla ölmüştüm.
Öldüysem nasıl hala bütün bunları düşünebiliyordum? Hissettiğim tek şey boşluk ve büyük bir karanlık olsa bile yine de önemli olan hissetmek değil miydi?
Hissetmek...
Neler hissedilir ki?
Parmağına iğne batsa hissedersin, canın acır, bazılarını ağlatır bile.
Hava çok sıcaktır, hissedersin, alnından ter akarken terin izini bile hissedersin.
Birikmiş derdin vardır, anlatacak kimsen yoktur, kendini yalnız hissedersin.
Ama benim hissettiklerimse her zaman ruhuma acı veren şeyler olmuştu. Babamın, büyük babam Max'in ölümü...
Bir an gelir ve bir daha asla eskisi gibi hissedemezsin. Ve hiçbir şey gerçekten eskisi gibi olmaz. Hayatın bir tarafında derin bir boşluk kalıverir. O boşluğa her düştüğünde insan derin acılara tutulur, gözyaşlarına boğulur. Hayatın bir yanında böyle bir girdap oluşmuştur artık.
Benim için o an, tüm çocukluğum boyunca örnek aldığım, hayranlıkla her hareketini kopyalamaya çalıştığım iki insanı aynı kazada kaybetmemdi.
Bunu düşündükçe ruhum öyle bir acıyla doluyordu ki 'keşke' diyordum, 'keşke hissettiklerimi öldürebilsem.'
Ne yapabilir ki insan? Başka şeylere yönelmeye, kafasını dağıtmaya çalışsa da, hep aklında değil midir acıları? İyileşmeyen, sarmaya çalıştıkça daha çok kanayan bir yara gibi...
Bunları düşünmeyi bırakmayı uzun zaman önce denemiştim. Çünkü düşünmek bana sadece acı getiriyordu. Ama düşüncelerimi kontrol edemiyordum, hissettiklerimden ne kadar uzaklaşmaya çalışırsam o kadar çok içinde oluyordum. Bir bataklığın içine gömülüydüm ve çıkmak için çırpındıkça kendimi daha derinlerde buluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ
FantasiaBir yanda güçlerini yeni fark eden iki gencin birbirlerine kısa sürede geri dönülemez bir biçimde aşık olmaları ve bunun getirdiği sonuçların hayatlarını alt üst etmesi... Diğer yanda ise nefes aldığı her saniye boyunca intikam duygusuyla beslenen...