Karısının Vronski ile ayrı bir masada oturmasında, onunla heyecanlı heyecanlı bir şeyler konuşmasında Aleksey Aleksandroviç olağanüstü, uygunsuz bir şey görmemişti. Ama bunda salondakilerin bir olağanüstülük, bir uygunsuzluk gördüklerini fark etmiş, bu yüzden o da uygunsuz bulmuştu. Karısıyla bu konuyu görüşmeye karar vermişti.
Aleksey Aleksandroviç eve gelince, çoğunlukla yaptığı gibi çalışma odasına geçti gene. Papalık üzerine bir kitabın, kitap açacağıyla işaretlenmiş yerini açıp koltuğuna oturdu. Her zamanki gibi saat bire kadar okudu. Yalnız arada bir geniş alnını ovuşturuyor, bir düşünceyi kovmak istiyormuş gibi başını sallıyordu. Her zamanki saatte kalktı, gece tuvaletini yaptı. Anna Arkadyevna hâlâ dönmemişti. Aleksey Aleksandroviç, koltuğunun altında kitapla üst kata çıktı. Ama bu gece aklında hep göreviyle ilgili alışılmış düşüncelerin yerine karısıyla onun başına gelmiş kötü bir şeyle ilgili düşünceler vardı. Alışkanlığının tersine, yatmadı. Elleri arkasında, odalarda bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. Önce, ortaya çıkan yeni durumu enine boyuna düşünmesi gerektiğini hissettiği için yatağa giremiyordu.
Aleksey Aleksandroviç bu konuyu karısıyla görüşmek zorunda olduğuna karar verince, ona çok kolay, basit görünmüştü bu. Ama şimdi, ortaya çıkan yeni durumu enine boyuna düşününce bunun çok karışık, güç bir şey olduğu sonucuna varmıştı.
Kıskanç değildi Aleksey Aleksandroviç. Kıskançlığın karısına bir hakaret olduğuna, bir kocanın karısına güvenmesi gerektiğine inanırdı. Niçin güvenmeliydi, yani genç karısının onu her zaman seveceğine niçin kesin bir inancı olmalıydı, bunu kendi kendine hiç sormamıştı. Ama güvensizlik duymamıştı hiç karısına, bu yüzden güveniyordu işte, kendi kendine de güvenmesi gerektiğini söylüyordu. Oysa şimdi, kıskançlığın yüz kızartıcı bir duygu olduğu, kişinin eşine güvenmesi gerektiği inancı sarsılmamıştı; ama mantıksız, saçma bir şeyle karşı karşıya olduğunu hissediyor, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Aleksey Aleksandroviç yaşamın kendisiyle, karısının ondan başka bir erkeği sevebileceği olasılığıyla karşı karşıyaydı şimdi. Bu çok saçma, anlaşılmaz bir şey gibi görünüyordu ona. Çünkü yaşamın kendisiydi bu. Aleksey Aleksandroviç'in ömrü, yaşamın kendisiyle değil de yansımasıyla ilgilenen devlet hizmetinde geçmişti. Yaşamın kendisiyle yüz yüze her gelişinde kenara çekilmişti. Şimdi hissettikleri, bir uçurumun üzerine kurulu köprüden sakin sakin geçmekte olan bir insanın, köprünün ansızın ikiye ayrıldığını, boşlukta kaldığını gördüğü anda hissettiklerinin aynıydı. Bu boşluk yaşamın kendisi, köprü ise, Aleksey Aleksandroviç'in yaşadığı düzme yaşam. Karısının başka bir erkeği sevebileceği olasılığı ilk kez aklına geliyordu. Dehşet veriyordu ona bu.
Soyunmadan, tekdüze adımlarla, bir lambayla aydınlatılmış yemek odasının gıcırdayan parkelerinde, loş salonun halısında –burada ışık yalnız onun, kanepesinin üstünde asılı, yeni yapılmış büyük portresinde yansıyordu– bir aşağı bir yukarı dolaşıyor; oradan karısının çalışma odasına geçiyor –burada yanan iki mumun ışığı, Anna'nın annesiyle babasının ve bir arkadaşının portrelerini, sonra, Aleksey Aleksandroviç'in çoktandır iyi tanıdığı, cicili bicili yazı masasını aydınlatıyordu– yatak odasının kapısına kadar gidiyor, sonra geri dönüyordu.
Bir baştan bir başa giderken, daha çok, aydınlık yemek odasının parkelerinde yürürken arada bir duruyor, kendi kendine şöyle söylüyordu: "Evet, bunu bir karara, bir sonuca bağlamak gerek. Bu konuda ne düşündüğümü, verdiğim kararı açıklamalıyım ona." Geri dönüyordu sonra, konuk salonunda kendi kendine, "Ne açıklayacağım? Hangi kararımı?" diye soruyordu, bir yanıt bulamıyordu. Çalışma odasının önünde dönüş yaparken kendi kendine soruyordu: "Hem ne oldu ki? Hiçbir şey. Biraz uzun konuştu onunla, o kadar. Ne olmuş yani konuşmuşsa? Dünyada erkekle konuşan tek kadın o mu? Sonra, kıskanmak hem onu, hem kendimi küçültmek olur." Anna'nın odasına girerken böyle söylüyordu kendi kendine. Ama eskiden onun için bir önemi olan bu düşüncenin şimdi en küçük bir anlamı da yoktu, önemi de. Yatak odasının kapısından geri, salona dönüyordu gene. Ama loş konuk salonuna girer girmez içinde bir ses, ona durumun hiç de onun sandığı gibi olmadığını, bunu başkaları da fark ettiğine göre ortada bir şeylerin var olduğunu söylüyordu: "Evet, bir karara, bir sonuca bağlamak gerek bunu, bu konuda ne düşündüğümü..." Konuk salonunda, dönüşünü yapmadan önce soruyordu gene kendi kendine: "Nasıl bağlamalı karara? Olan ne?" Sonra yanıtlıyordu sorusunu: "Hiçbir şey." Kıskançlığın karısını küçülten bir duygu olduğunu anımsıyordu. Sonra konuk salonunda, bir şeyin olduğu inancı yer ediyordu içinde. Bedeni gibi düşünceleri de, yeni bir şeye rastlamadan, bir daire çizecek biçimde dolanıp duruyorlardı. Aleksey Aleksandroviç farkına vardı bunun, alnını ovuşturup karısının odasında oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anna Karenina
General FictionAnna Karenina, 19. yüzyıl Rus toplumunun ruhsal dalgalanmalarına çarpıcı bir aşk ve ihanet anlatısıyla ışık tutan bir başyapıt. Güzelliği ve nezaketiyle çevresinde hayranlık uyandıran Anna Karenina'nın mutsuz ve monoton bir evliliği vardır. Üst düze...