Kırk İkinci Bölüm

424 19 6
                                    

Stepan Arkadyeviç her zaman olduğu gibi, boş geçirmiyordu gene Petersburg'da zamanını. Kız kardeşinin boşanması işiyle, kendi göreve atanma işiyle ilgilenmesinden başka, her zaman olduğu gibi, Moskova'nın miskinliğini üzerinden atması gerekiyordu.

Moskova cafés chantants'larına, uzun arabalarına karşın, durgun bir bataklık gibiydi. Her zaman hissetmişti bunu Stepan Arkadyeviç. Moskova'da, özellikle ailesiyle bir arada yaşamanın onu ruhsal yönden çökerttiğini hissederdi her zaman. Uzun bir süre bir yere gitmeden Moskova'da kalınca karısının huysuzlukları, sitemleri, çocukların sağlık durumları, eğitimleri, dairesindeki ufak tefek olaylar huzursuz etmeye başlardı onu. Borçları bile rahatsız ederdi. Ama Petersburg'a gelip burada, yaşayan, evet Moskova'daki gibi ömrünü bomboş tüketmeyip de tam anlamıyla yaşayan çevresinin içinde bir süre kalmak yeterdi ona. Bütün bu düşünceleri yitip giderlerdi hemen. Ateş görmüş balmumu gibi eriyiverirlerdi.

Ya karısı? Prens Çeçenski ile bugün konuşmuştu daha. Prens Çeçenski'nin bir karısı, bir ailesi vardı. Oğulları soylular askeri okulunda okuyordu. Öte yandan, yasadışı bir ailesi daha vardı Çeçenski'nin. Bu ailede de çocukları vardı. Birinci ailesi iyi bir aile idi; ama Prens Çeçenski ikinci ailesinde daha mutlu hissediyordu kendini. Büyük oğlunu ikinci ailesine götürüyormuş. Stepan Arkadyeviç'e, bunun oğlunun gelişmesi bakımından çok yararlı olduğunu söylemişti. Böyle bir şey Moskova'da olsaydı ne derlerdi?

Çocukları? Petersburg'da çocuklar babalarının yaşamalarına engel değillerdi. Çocuklar yatılı okullarda okuyorlardı. Moskova'da yaygın olan –Lvof'unki gibi söz gelimi– her türlü lüksün çocuklar için olduğu, ana babaya ise yalnızca çalışmak, çoluk çocuğunu düşünmek düştüğü ilkel görüşüne yer veren yoktu Petersburg'da. Burada her insanın, kültürlü bir insan gibi yalnızca kendi için yaşaması gerektiği biliniyordu.

Ya görev? Burada görev de Moskova'daki gibi ısrarlı, umutsuz bir yük değildi. Görevde bulunmak birtakım çıkarlar sağlıyordu insana burada. Bir karşılaşma, bir hizmet, yerinde söylenen bir söz, yerine ve zamanına göre hareket etme yeteneği –Stepan Arkadyeviç'in dün gördüğü, şimdi en yüksek memurluklardan birinde bulunan Bryantsef gibi– bir anda meslek yaşamının doruğuna çıkarabilirdi insanı. Çekici yanları vardı burada çalışmanın.

Petersburgluların, özellikle para konusunda görüşleri huzur dolu bir etki bırakmıştı Stepan Arkadyeviç'in üzerinde. En azından elli bin rublenin altından girip üstünden çıkmış olan Bartnyanski dün bu konuda çok ilginç bir şey söylemişti ona.

Yemekten önce konuşmaya başlamışlardı. Stepan Arkadyeviç:

— Mordvinski ile yakın dostsunuz yanılmıyorsam, demişti. Büyük bir iyilik yapabilirsin bana. Benim için iki sözcük söyleyiver ona lütfen. Atanmak istediğim bir görev var. Komisyon üyeliği...

— Neyse, söyleme adını, nasıl olsa aklımda kalmaz... Yalnız anlayamadığım bir şey var, şu Yahudilerin demiryolu işiyle ilgilenmek nereden esti aklına? Ne dersen de, iğrenç bir iş bu.

Stepan Arkadyeviç bunun önemli bir iş olduğunu söylememişti: Bartnyanski anlamazdı çünkü.

— Paraya gereksinimim var da ondan, demişti. Geçinmeme yetmiyor elime geçen para.

— Basbayağı geçiniyorsun işte.

— Geçiniyorum; ama borçla.

Bartnyanski, Stepan Arkadyeviç'e acımış gibi:

— Ne diyorsun? demişti. Çok mu borcun var?

— Çok. Yirmi bin.

Neşeli bir kahkaha atmıştı Bartnyanski.

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin