Dokuzuncu Bölüm

1.2K 41 10
                                    

Kuşların geçit yeri derenin hemen üstünde, kavak fidanları korusundaydı. Koruya yaklaşınca Levin arabadan indi; Oblonski'yi korunun içindeki, karları erimiş, çamurlu, yosunlu çayırın köşesine götürdü. Kendi öteki köşeye, çifte kayın ağacının yanına gitti. Tüfeğini alçaktaki kuru budaklardan birinin çatalına dayadı, kaftanını çıkardı, kütüklüğünü taktı, kollarını sallayarak hareket serbestliğine baktı.

Onun arkasından gelmiş gri tüylü, yaşlı Laska karşısına oturmuş, kulaklarını dikmiş bekliyordu. Güneş yavaş yavaş büyük korunun arkasına iniyordu. Kavak fidanları arasına serpili kayın ağaçları akşamın kızıl ışığında, patlamaya hazır tomurcuklar dolu sarkık dallarıyla pek kesin çizgilerle belliydiler.

Karları hâlâ erimemiş büyük korudan, yeni yeni akmaya başlamış, kıvrılarak aşağılara doğru akıp giden suların sesi belli belirsiz geliyordu. Küçük kuşlar cıvıldaşıyor, arada bir, bir ağaçtan ötekine uçuyorlardı.

Kıpırtısız sessizliğin içinde, karların erimesiyle ya da otların boy atmasıyla kıpırdayan geçen yıldan kalma yaprakların hışırtısı duyuluyordu.

Levin, yeni filizlenen bir otun yanındaki arduvaz renkli, ıslak kavak yaprağının kıpırdadığını fark edince, "Hayret!" diye geçirdi içinden. "Otların boy atışları gözle görülüyor, sesi duyuluyor." Levin ayakta duruyor, her sese kulak kabartıyor; kâh yere, ıslak, yosunlu toprağa, kâh kulaklarını dikmiş Laska'ya, kâh önünde, dağın yamacında uzanan, ağaçlarının tepeleri çıplak koruya, kâh yer yer ak bulutlarla kaplı koyu mavi gökyüzüne bakıyordu. Bir aladoğan, kanatlarını çabuk çabuk çırparak uzaktaki ormanın çok yükseğinden geçti. Arkasından bir başkası aynı yönde, gene öyle uçarak gitti, gözden kayboldu. Ağaçların arasında kuşların cıvıltısı giderek çoğalıyordu. Yakında bir yerde bir puhu kuşu oflamaya başladı. Laska şöyle bir kıpırdadı oturduğu yerde, kalkıp birkaç adım attı, başını yana eğip kulak kesildi. Derenin karşısından bir guguk kuşunun sesi geldi. Her zamanki gibi iki kez öttü, sonra kısık bir sesle aceleci aceleci ötmeye başladı, sonra nasıl öteceğini şaşırıp sustu...

Stepan Arkadyeviç çalının arkasından çıkıp:

— Vay canına! dedi. Erken değil mi guguk kuşu için?

Levin, doğanın sessizliğini, kendisinin de hoşlanmadığı tatsız sesiyle bozmak zorunda kaldığı için canı sıkkın:

— Duydum, diye karşılık verdi. Vakit tamam.

Stepan Arkadyeviç çalının arkasına çekildi gene. Levin bir kibritin parlak alevini gördü ancak, sonra bu alevin yerini sigaranın kırmızı ateşi ile mavi, ince bir duman aldı.

Stepan Arkadyeviç'in tüfeğinin horozlarını kaldırdığı duyuldu: "Çıt! Çıt!"

Stepan Arkadyeviç, Levin'in dikkatini, bir tayın nazlanarak ince sesiyle kişnemesini andıran uzun bağrışa çekti.

— Nedir bu? dedi.

Levin:

— Bilmiyor musun? diye sordu. Bir erkek tavşan. Konuşmayalım artık.

Levin tüfeğinin horozunu kaldırırken heyecanlı:

— Dinle, uçuyor! dedi.

Uzaktan ince bir ıslık duyuldu, avcıların çok iyi bildiği gibi, iki saniye sonra aynı ıslık bir daha, bir daha duyuldu, üçüncü ıslığın peşinden boğuk bir ses duyulmuştu artık.

Levin bir sağa bir sola baktı. Tam karşısında, bulanık mavi gökyüzünde, tomurcuklanmış kavak ağaçlarının üstünde bir kuş göründü. Levin'e doğru uçuyordu. Kuşun, sık dokunmuş bir kumaşın düzgün yırtılışını andıran iyice yaklaşmış hırıltıları tam kulağının dibinde duyuldu. Kuşun uzun gagasıyla boynu görünüyordu şimdi. Levin tam ateşe hazırlanıyordu. Oblonski'nin bulunduğu çalının arkasından kırmızı bir ışık yanıp söndü. Kuş ok gibi inmeye başladı yere doğru, sonra yükseldi. Işık bir daha yanıp söndü, bir çarpma duyuldu. Kuş, havada tutunmaya çalışıyormuş gibi kanatlarını çırparak bir an asılı kaldı havada, sonra düşmeye başladı, ıslak toprağa hızla çarptı.

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin