Kırk Altıncı Bölüm

439 20 3
                                    

Moskova'dan ne zaman yola çıkacağını bilmediğinden, istasyona adam yollaması için kardeşine telgraf çekmemişti Sergey İvanoviç.

Katavasof ile Sergey İvanoviç istasyondan kiraladıkları üstü açık küçük arabayla saat on ikiye doğru, toz topraktan Arap gibi simsiyah, Pokrovskoye'deki evin taş merdiveninin önüne geldiklerinde Levin evde yoktu. Balkonda babası ve ablasıyla oturan Kiti hemen tanıdı kaynını. Onu karşılamak için aşağı koştu. Sergey İvanoviç'e elini verdi, öpmesi için alnını uzattı.

— Geleceğinizi haber vermemekle çok ayıp ettiniz! dedi.

Sergey İvanoviç:

— Çok rahat geldik, sizi de rahatsız etmemiş olduk böylelikle, diye karşılık verdi. Toz içinde her yanım. Dokunmaya korkuyorum size. Öylesine çok işim vardı ki, yakamı ne zaman kurtaracağımı bilmiyordum. (Gülümsedi Sergey İvanoviç.) E siz de akıntının dışında, kendi durgun koyunuzda sakin mutluluğunuzun tadını çıkarıyorsunuz demek. Dostumuz Fyodr Vasilyeviç de en sonunda gelebildi işte.

Katavasof, elini Kiti'ye uzatırken, simsiyah olmuş, yüzünde daha bir beyaz görünen dişlerini göstererek gülümsedi. Her zamanki şakacı tavrıyla:

— Yalnız, uyarırım sizi, zenci falan değilim, dedi. Yıkanınca insana benzeyeceğim.

— Kostya, çok sevinecek. Çiftliğe gitti. Şimdi gelir.

Katavasof:

— Çiftlikle ilgileniyor! dedi. Tam anlamıyla sakin bir köy burası. Oysa kentte Sırp savaşından başka bir şey yok. Ee, benim dostum ne düşünüyor bu konuda? Herkesten ayrı şeyler düşünüyordur gene...

Sergey İvanoviç'e biraz sıkılarak baktı Kiti.

— Yo, herkes gibi düşünüyor sanırım, dedi. Birini yollayıp çağırtayım onu bari. Babam da bize Avrupa'dan yeni döndü.

Kiti Levin'e adam yolladı. Konuklarına yıkanıp temizlenmeleri için –birine Levin'in odasında, ötekine Doli'nin eski odasında– yer gösterdi. Konuklara yemek hazırlamaları için gerekli emirleri verdi. Sonra gebeliği, sırasında yoksun olduğu o tatlı çabukluğuyla koşarak çıktı balkona.

— Sergey İvanoviç ile Profesör Katavasof geldi, dedi.

Prens:

— Oh, bu sıcakta da çekilmez doğrusu! dedi.

Babasının yüzündeki alaycı anlatımı fark etmişti Kiti. Babasını bir şeye razı etmeye çalışıyormuş gibi gülümseyerek:

— Hayır babacığım, dedi. Pek sevimli bir insandır. Kostya da çok sever onu.

— Ben bir şey demedim zaten.

Kiti ablasına döndü.

— Gidip ilgileniver onlarla canım. İstasyonda Stiva'yı görmüşler, iyiymiş. Ben de Mitya'ya gidip bakayım. Aksi gibi, çaydan beri emzirmedim onu. Demin uyandı. Tanrı bilir ya, bar bar bağırıyordur.

Göğüslerine sütün dolduğunu hissetmişti Kiti. Çabuk adımlarla çocuk odasına yürüdü.

Bir tahmin değildi Kiti'ninki. Çocuğunu memeden henüz kesmediği için göğüslerine dolan sütten oğlunun acıktığını anlıyordu.

Çocuk odasına daha vardı; ama oğlunun ağladığını biliyordu. Gerçekten ağlıyordu çocuk. Sesini duyunca adımlarını sıklaştırdı Kiti. Ama o, adımlarını sıklaştırdıkça çocuk daha çok bağırıyordu. Sesi güzel, sağlıklı; ama aç ve sabırsızdı.

Kiti bir sandalyeye oturdu. Bebeği emzirmeye hazırlanırken telaşlı:

— Çoktan beri mi ağlıyor dadısı? diye sordu. Çabuk bana verin onu. Aman dadı, ne can sıkıcı insansınız! Bırakın canım, sonra bağlarsınız şapkasını.

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin