On Dokuzuncu Bölüm

594 24 5
                                    

Karı koca Kareninler aynı evde oturmayı sürdürüyorlar, her gün karşılaşıyorlardı. Ama birbirlerine tam anlamıyla yabancıydılar. Aleksey Aleksandroviç hizmetçilerin olur olmaz şeyler düşünmemeleri için karısını her gün görmeyi bir kural benimsemişti; ama yemeği evde yemekten kaçınıyordu. Vronski, Aleksey Aleksandroviç'in evine hiç gitmiyor, Anna'yı dışarıda görüyordu. Kocası da biliyordu bunu.

Üçünün durumu da acıydı. Bu durumun değişeceği umudu olmasaydı, bunun yalnızca geçici bir güçlük olduğuna inanmasalardı, hiçbiri bu durumda bir gün yaşayacak gücü bulamazdı kendinde. Aleksey Aleksandroviç bir gün gelecek, her şey gibi bu tutkunun da geçeceğini, olanların unutulacağını, adının lekelenmekten kurtulacağını umuyordu. Bu durumun yaratıcısı olan –bu yüzden de en çok acı çeken– Anna çok yakında her şeyin çözüleceği, açıklığa kavuşacağı umudunu beslemekle kalmayıp buna kesinlikle inandığı için bu duruma katlanabiliyordu. İçinde bulundukları durumu neyin çözeceğini hiç mi hiç bilmiyordu. Ama bir şeyin çok yaklaştığına kesinlikle inanıyordu. Vronski de –elinde olmadan Anna'ya boyun eğerek– bütün güçlükleri çözümleyecek, açıklığa kavuşturacak, ona bağlı olmayan bir şeyi bekliyordu.

Kış ortalarında Vronski çok sıkıcı bir hafta geçirdi. Petersburg'a gelen yabancı bir prensin hizmetine verilmiş, konuk prense Petersburg'un görülmeye değer yerlerini gezdirmek zorunda kalmıştı. Vronski gösterişli bir gençti. Üstelik kibar davranma sanatının da ustasıydı. Bu gibi kimselere de yabancı değildi. Prensin hizmetine bütün bunlar düşünülerek verilmişti zaten. Ama zorunluluk ona çok ağır gelmişti. Prens, ülkesine döndüğünde, Rusya'da görüp görmediği sorulabilecek en küçük bir şeyi görmeden geçmek istemiyordu. Ayrıca, Rus eğlencelerinin tümünden de elden geldiğince yararlanmak istiyordu. Vronski bu iki alanda da arkadaşlık etmek zorundaydı ona. Sabahları kentin görülmeye değer yerlerini dolaşmaya çıkıyorlardı. Akşamları ulusal eğlencelere katılıyorlardı. Prens, prenslerin arasında bile az görülen sağlam bir bünyeye sahipti. Sporla ve bakımla bünyesini öylesine güçlendirmişti ki, eğlencelerde aşırıya kaçmasına karşın, kocaman, yemyeşil, pırıl pırıl bir Hollanda hıyarı gibi taptazeydi. Çok yer gezmişti. Şimdiki ulaşım kolaylıklarının en büyük yararının, kişiye başka ulusların zevk ve eğlencelerini tanıma olanağı sağlamasının olduğunu söylüyordu. İspanya'ya gitmiş, orada serenadlar söylemiş, mandolin çalan bir İspanyol kadınıyla dost olmuştu. İsviçre'de bir gemzevurmuştu. İngiltere'de kırmızı frak giyip atla çitlerden atlamış, tutuştuğu bir bahis üzerine iki yüz sülün vurmuştu. Türkiye'de bir hareme girmiş, Hindistan'da file binmişti. Şimdi de Rusya'da Rusya'ya özgü zevklerin hepsini tatmak istiyordu.

Prensin yanında baş protokolcü durumunda olan Vronski çeşitli kimselerin prense sunmak istedikleri Rus eğlencelerini bir düzene koymakta büyük güçlük çekiyordu. Bu eğlenceler arasında rahvan at gezileri de, Rus gözlemeleri de, ayı avları da, troykalar da, Çingeneler de, tabakların, kadehlerin kırıldığı Rus içki âlemleri de vardı. Prens olağanüstü bir kolaylıkla benimsedi Rus ruhunu. Tabak dolu tepsileri yere çalıyor, Çingeneleri kucağına oturtuyor, sonra da başka bir şey var mı, yoksa Rus ruhunun hepsi bu kadar mı? diye sorar gibi bakıyordu Vronski'nin yüzüne.

Gerçekte Rus eğlencelerinin içinde prensin hoşuna en çok giden Fransız aktristleriyle bir balerin ve beyaz mühürlü şampanya olmuştu. Vronski prenslere alışkındı. Ama son zamanlarda değiştiğinden mi, yoksa bu prense aşırı yaklaşmak zorunda kaldığından mı nedense, bu bir hafta korkunç ağır gelmişti ona. Bu bir hafta boyunca hissettikleri, tehlikeli bir delinin hizmetine verilmiş, hem deliden hem aralarındaki yakınlık nedeniyle kendi aklından korkan bir insanın hissettiklerinin aynıydı. Vronski, gururundan kaybetmemek için prensle arasındaki saygılı resmiliği bir an gevşetmemesi gerektiğini her an hissetmişti. Prense Rus eğlencelerini, zevklerini sunmak için kendini paralayanlara –Vronski şaşıyordu onlara– karşı prensin davranışlarında bir küçümseme vardı. Tanımak istediği Rus kadınları üzerine prensin düşünceleri birçok kez Vronski'yi kıpkırmızı olmaya zorlamıştı. Prensin, Vronski'ye ağır gelmesinin asıl nedeni ise, elinde olmadan onun kişiliğinde kendini görmesiydi. Bu aynada gördüğü gurur okşayıcı bir şey değildi. Çok aptal, kendini çok beğenmiş, çok sağlıklı, bedeni çok temiz bir insandı, hepsi o kadar. Bir centilmendi prens. Gerçekti bu. Vronski inkâr edemezdi bunu. Kendinden büyüklere, yükseklere karşı dalkavukça davranmıyor, onların yanında küçülmüyordu. Dengi olanlara karşı rahat, doğaldı. Kendinden küçüklere karşı ise küçümseme dolu bir hoşgörüsü vardı. Vronski de öyleydi, bunu da bir erdem sayardı. Ama prens ondan yüksekti. Bu nedenle prensin ona karşı davranışlarındaki küçümser hoşgörü Vronski'nin canını sıkıyordu.

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin