Kırk Sekizinci Bölüm

1.6K 36 14
                                    

Prensle Sergey İvanoviç arabaya binip önden gittiler. Geri kalanlar adımlarını sıklaştırdılar.

Ama bulut kâh karararak, kâh rengi açılarak öylesine hızla yaklaşıyordu ki, yağmur başlamadan eve varabilmeleri için adımlarını daha da sıklaştırmaları gerekiyordu. Yağmur bulutuna öncülük eden sisli bir duman gibi simsiyah, alçak bulutlar olağanüstü bir hızla koşuyorlardı gökyüzünde. Eve yirmi adım kalmıştı ki, rüzgâr çıktı. Sağanak yağmur her an bekleniyordu artık.

Çocuklar korkuyla, neşeyle çığlıklar atarak önden koşuyorlardı. Darya Aleksandrovna ayaklarına dolanan etekleriyle başa çıkmaya çalışırken yürümüyor, çocuklardan gözünü ayırmadan koşuyordu. Erkekler şapkalarını tutarak geniş adımlarla yürüyorlardı. İri bir yağmur tanesi kalın sac oluğun üzerine düşüp parçalandığında evin ön kapısının merdivenlerine gelmişlerdi. Çocuklar, arkasından büyükler neşeyle bağrışarak saçağın altına koştular.

Onları antrede şallarla, battaniyelerle karşılayan Agafya Mihaylovna'ya Levin:

— Katerina Aleksandrovna nerede? diye sordu.

Agafya Mihaylovna:

— Sizinle değil miydi? dedi.

— Ya Mitya?

— Kolok'ta galiba. Dadı da onlarla olsa gerek.

Levin yol battaniyelerini kapıp Kolok'a doğru koşmaya başladı.

Kısa zamanda gökyüzünü kaplamıştı yağmur bulutu. Güneş tutulmuş gibi ortalık kapkaranlık olmuştu. Rüzgâr ısrarla, aklına koyduğunu ille yapmak istiyormuş gibi Levin'in koşmasını güçleştiriyor; ıhlamur ağaçlarının yapraklarını, çiçeklerini kopararak akçaağaçların beyaz dallarını tuhaf ve çirkin bir biçimde çıplak bırakarak her şeyi –akasyaları, çiçekleri, dulkadın otlarını, çimenleri, ağaçların tepelerini– aynı yöne eğiyordu. Bahçede bir şeyler yapan hizmetçi kızlar bağrışarak kaçmışlardı hizmetçi bölümünün saçağının altına. Sağanak uzaktaki koruyla daha öndeki tarlanın yarısını kaplamıştı. Hızla yaklaşıyordu Kolok'a. Küçük damlacıklara parçalanan iri yağmur tanelerinin nemi doldurmuştu havayı.

Levin başını önüne eğmiş, yol battaniyesini elinden çekip alacakmış gibi esen rüzgârla boğuşarak Kolok'a yaklaşmıştı ki, bir meşenin arkasında bir parlaklık gördü. Ansızın aydınlandı her şey. Toprak tutuştu sanki. Başının üzerinde gök yarılmış gibi bir çatırtı oldu. Kamaşan gözlerini açtığında, şimdi onu Kolok'tan ayıran koyu yağmur perdesinin arasından dehşetle gördüğü ilk şey, korunun ortasındaki, çok iyi tanıdığı meşe ağacının, duruşunu tuhaf bir biçimde değiştirmiş yeşil tepesi oldu. Levin, "Yıldırım mı düştü yoksa?" diye ancak düşünebilmişti ki, meşenin tepesi kayboldu öteki ağaçların arasında. Öteki ağaçların üzerine düşen büyük ağacın çatırtısı duyuldu.

Şimşeğin ışığı, gök gürültüsünün sesi, bedenini saran soğuk ürperti dehşete düşürmüştü Levin'i.

— Tanrım! diye mırıldandı. Tanrım! Umarım onların üzerine düşmemiştir.

Levin, meşenin karısıyla çocuğunun üzerine düşmemiş olması için ettiği duanın meşe devrildikten sonra ne denli anlamsız olduğunun farkındaydı; ama o anda bu anlamsız duadan iyi yapabileceği bir şeyin olmadığını bildiği için bir kez daha yineledi aynı duayı.

Karısının çocuğu her zaman götürdüğü yere kadar koştu. Orada bulamadı onları.

Korunun öbür ucunda, yaşlı ıhlamur ağacının altındaydılar. Levin'e sesleniyorlardı. Koyu giysili iki kişi (yağmurdan önce açık renkli giysileri) bir şeyin üzerine eğilmiş, ayakta duruyorlardı. Kiti ile dadıydı bunlar. Levin koşarak onların yanına geldiğinde yağmur hızını yitirmeye, ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Kadının giysisinin alt yanı kuruydu. Ama Kiti sırılsıklamdı. Giysisi bedenine yapışmıştı. Gerçi yağmur yağmıyordu; ama Kiti ile dadı, sağanak başladığında durdukları gibi duruyorlardı hâlâ. Yeşil şemsiyeli bir çocuk arabasının üzerine eğilmişlerdi.

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin