Melek abla sözleriyle kulağımı çektikten sonra tamamen sessizliğe büründüm. Sanki bir şeyleri ima etmeye çalışıyormuş gibiydi... benim bilmediğim ama benim dışımda herkesin bildiği bir şeyi...Nihayetin de ona artık Barut ile şelaleye gitmeyeceğim konusunda yemin verirken buldum kendimi. Her zaman yanımda olduğunu, ne zaman başım sıkışsa ilk ona gelmem gerektiğini sıkı sıkıya tembihledi. Bir de sırtıma vurarak, "Sen burada yalnuz değilsun boncik gözli"demesi duygulanmama sebep olmuştu. İçimde giderek kabaran aile özlemini zoraki bastırıyordum.
Sahi annem ve babam beni özlemiş miydi ki?
Barut'a soruyorlar mıydı?
Kendi kendime söylendim. "Kızım sen iyice kafayı kırdın he. Bu dağ başında telefon çekse zaten seni arayıp sorarlardı."
Ararlardı değil mi?
Yemeklerimizi büyük bir sessizlik ve gerginlik içinde yemeye çalıştık. Nitekim, Barut ve beni yakalayıp bir de güzel azarlayan Melek ablanın dışında, Bahar ile ailesi anlaştıkları süreyi doldurarak yanımızdan ayrılmışlardı. Hüzünlü bir ayrılıktı benim için. Masayı toplamaya yardım etmeye başladığım da Melek abla bana döndü.
"Kizum bugün daa çayluğa inmiycuk. Yaylada düğun vardur üsturuplu bi'şeler giyun ha yavrusi."
"Ben de mi geleceğim Melek abla?"diye sordum şaşkınca.
Bana yalancı ters bir bakış attı. "Ne demek bende mi gelecoğum? Elbetta gelecesun. Seni burada yalnuz gomazuk ya."
"Aynen öyle Tanem..."diye atladı Sıla. "Hem yayla düğünleri çok güzel olur eminim bayılacaksın."
Çekinerek ellerimi ovuşturdum. "Tabi olur da ben o insanları tanımıyorum ki."
"Tanima ne olmiş yani, çok iş!"diye kızdı. "Sen tanri misafirusun kizum. Hem bizumle geliysun, kim ne diyebilur?"
Ne kadar kararsız kalsam da Mehmet abi itiraz etmeme izin vermeksizin son noktayı koydu.
"Bizumle geliysun o kadar!"
Barut'a baktığımda keyifle gülümsüyordu. Göz kırpıp başını ağır ağır salladı. Utanarak gözlerimi kaçırdım ve masanın üstündeki tabaklara uzanıp alacağım an da Melek abla bileğimi tutarak beni durdurdu.
"Hayden, gidun de hazurlanun. Akşam soğuğuna yakalanmadan haman gider geluruk."
Mihriban ve Kübra koluma girip beni barakaya doğru sürükledi. Aslında yayla düğünlerini hep merak etmiştim ama gitmek hiç bir zaman nasip olmamıştı. Kısmet bugüneydi demek ki. Kızlar en yeni ve temiz kıyafetlerini giyerken ben valizimi talan etmeye devam ediyordum. Bir tane adam akıllı, (melek ablanın tabiriyle, usturuplu) kıyafetim yoktu. Sonunda siyah, ince kumaşa sahip, kalın askılı tulumumu çekip çıkardığımda neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Çarşafın arkasına geçip çabucak giyindim. Sanki biraz zayıflamıştım. Bedenime tam oturan tulumum resmen etrafımda dönüyordu. Önemsemedim. Sonuçta zayıf olmayı sorun etmiyordum. Benim için büyük problem kilo almaktı. Odaya geri döndüğümde kızların her biri söylenerek saçlarına şekil vermeye çalışıyorlardı. Gülümseyerek valizimdeki maşayı çıkardım ve havaya kaldırdım.
"Kızlar bakın burada ne var!"
Mihriban çığlık atarak ellerini birbirine vurdu ve çocuk coşkusuyla yatağının üstünde zıplamaya başladı. Onun dawn sendromu olduğunu söylemişmiydim? En ufak şeylerle mutlu olabiliyor, kahkaha ve çığlıklar atıyordu. Onu mutlu etmek çok kolaydı ve o hayat dolu cıvıl cıvıl bir genç kızdı.
"İlk önce benim saçlarımı kıvırcık yap Tanem, lütfen."diye yalvardı. Ona şefkatle gülümsedim. O kadar masum bir ifadesi vardı ki onu kırmak neredeyse imkansızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Ceza (Karadeniz Serisi, BARUT) Tamamlandı.
RomantizmBen, Tanem Mutlu.. Gerçekten ergenlik dönemi hariç mutlu bir hayat süren, her zaman gülümseyen bir kızdım. Kendimi mutlu ettiğimde herkesinde mutlu olabileceğine inanacak kadar da bencil! Ama benim neden bu hale geldiğimi ailemde dahil olmak üzere k...