George gözlerini açtı. Gördüğü ilk şey bir tenekeydi. Başında da bir ağrı hissediyordu. Gözlerinin altına vuran mor bir ışık ve ellerini kaşındıran bir his...
Doğrulmaya çalıştı, saçlarının ıslak oluşunu kulaklarının içine kadar girmiş saç tellerinden anladı. Eli bir çukura girmişti doğrulmaya çalışırken. Eli de ıslandı, çamurlu su ile. Başına her saniye balyoz vuruluyormuş gibi ağrı yapan ağrıya, kulaklarını rahatsız eden ıslak saç tellerine, soğuktan donmak üzere olan bedenine rağmen düşünceleri oldukça netti; yağmur yağmış olmalı.
İkinci denemesinde iki elinden de destek alarak kalkmayı başarmıştı. Ayaklarıyla yere bastığında dengesini şaşırdı, yalpaladı. Tam o sırada gökyüzünde bir ışık parladı ve hemen arkasından gelen ses ile tekrar kayboldu. Şimşek çakmıştı.
Etrafı oldukça karanlıktı. İlk gördüğü tenekeye baktı. Çevresine baktı. Dar bir ara sokaktaydı. Çöp torbalarından burnuna kötü bir koku geldi. Yeni yeni ayılmaya başlamıştı. Zemini dayanıklı olması için taştan yapılmış, geriye kalanı şık durması için tahtadan yapılmış iki evin arasındaydı. Önünde uzun mu uzun bir duvar, bu yüzden arkasını döndü. Islak taş yolda at arabaları geçiyor ve çamurlu kenarlarda insanlar yürüyordu.
Başındaki ağrıya alışmış gibiyken daha güçlü bir şekilde ağrı geldi. Beyni zonkluyordu. Elini kafasına götürüp gözlerini sıkıca kapattı.
O an neden burada olduğunu sorguladı. Yani, gözlerini ilk açtığında bile yağmur yağmış olduğunu düşünmüştü.
Ona yakın olan kenardan geçen bir kaç insanın ona baktığını fark etti. Zonklamaya rağmen gözlerini açtı ve insanlara baktı.
"Onu bırakıp gitmeliyiz."
Adamın yanında duran kadında cevap verdi. "Hayır ne saçmalıyorsun?! Şuna bak, daha küçücük."
George bedenine baktı. Önünde duran insanlara kıyasla küçük olduğunu anladı. Az öncesine kadar kendini bina kadar büyük hissediyordu. Gerçekleri duymak kendisini küçük hissetmesine yol açtı.
Kafasını tekrar kaldırdığında, siyah şemsiyenin altında, küçük bir kız çocuğu gördü. Pofuduk bir atkı ile gözlerine kadar sarılmış, giydirilen kalın kıyafetler ile olduğundan tombul gösterilmişti. George, etrafına bir daha göz gezdirdi. Önünde konuşan 2 yetişkin, kendisine merakla bakan bir kız çocuğu, karanlık gökyüzü, siyah renkler gördü. Siyahlıklara rağmen ısrarla öne çıkmak isteyen tek bir renk vardı, kız çocuğunun yeşil gözleri. George hayran kaldı. Kendisiyle aynı boyda olan bu kızın gözlerinde güvende hissetti, sebebini bilmeden.
Kendisini sıcakta, güvende hissetmesi önünde duran erkeğin gelip, onun elini sıkıca kavranması ile kesildi. Şaşırıp, tatlı gözlerle kafasını yukarı kaldırdı ve erkeğin yüzüne baktı. Beyaz, gözlüklü ve beyazlaşmaya başlamış bıyıkları olan birisiydi. Siyah paltosu ve siyah şapkası ile beyaz yüzü ortaya çıkıyordu.
Bir şimşek daha çaktı.
Onu, gelmesi için çekiştiren adama uyum sağlayamıyordu. Neden bir anda gelip tüm huzurunu bozmuştu ki? Ne gereği vardı bu acelenin? Yağmurda ıslanıldığında bir şey olmuyordu ki. Ne salak bir adam bu böyle diye düşündü George. Aklı gördüğü gözlerde kalmıştı. Gözlerin sahibi hemen yanındaydı ancak kendisine bakmadığı için atkıyla sarılmış yüzünü hiç göremiyordu.
Parmak ucu bir taşa çarpıp kanadığında, toparlanmak zorunda olduğunu hissetti. Önüne baktı, ardından çamurlu ayaklarına kısaca baktı, sonra tekrar önüne baktı. Adımlarını düzeltti, adama uyum sağladı. Adam onun artık düzgünce geliyor olduğunu fark ettiğinde kuvvet uygulamayı bıraktı. Sadece yanındaki kadına söyleniyordu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Prensi
FantasyDünya hiç görülmediği kadar korkunç, bütün iyi duygular ve umutlar yok olmuş. Bir çocuk ise, gözlerini açtı. Gözlerini açışı ile birlikte dünya hiç görülmemiş bir olaylar zincirine kapıldı. Bu fantastik dünyada kendinizi birbirinden 'farklı' varlıkl...