Kısım 1 : On Üç

653 94 30
                                    

Kendisini kötü hissediyor olmasına ramen yemeğini yemişti. Şuan ona verilen odada, gözleri karanlığa bakıyor duruyordu.

Elizabeth'in gelmesini bekliyordu. Kütüphaneye gideceklerdi. Öyle anlaşmışlardı. Onu düşünüyordu, derken kapısı yavaşça aralandı.

Gelen Elizabeth'ti. Siyah giyinmişti. Kapı kolunu bıraktı, içeriye parmak uçlarında yürüyerek geldi. Elinde siyah kıyafetler tutuyordu. George, bunların kendisi için olduğunu anladı.

Gizli gideceklerdi. Yolda belki aksiyon yaşayacaklardı. Kim bilir? Onlar sadece yollarına devam ediyordu.

"Hey işte, giyin bunu." dedi Elizabeth. Kıyafetleri ona uzatıyordu.

George kıyafetleri aldı ama Elizabeth'in çıkmasını bekler gibiydi.

Elizabeth ilk önce şaşırdı. Daha sonradan güzelce cevap verdi. "Bunları direkt üzerine geçirebilirsin. Sadece gizlenmemize yardımcı olacak."

George yatağında doğruldu. Ayağa kalktı ve kıyafetleri üzerine geçirdi. Bu siyah bir kazak ve bol bir şorttu.

"Neden gizlenerek gidiyoruz? Sen bir kara büyücüsün. Bende bir kaç numara biliyorum. Gizlenmemize gerek var mı?"

"Gizleniyoruz çünkü öyle gerekiyor."

George sırıttı. Verdiği cevabı komik bulmuştu.

Elizabeth kapıyı açık unuttuğunu fark etti. Gidip hızlıca kapıyı kapattı. Hava soğuk ve rüzgarlıydı. Bu şehri ilk defa gece haliyle rahatça görecekti George.

Heyecanla o dev pencereyi açtı. Geleneksel olarak pencereler büyük yapılıyordu. George'un iki katıydı bu pencere de. İyi şansın içeri gireceğine inanılırdı.

Pencere açılır açılmaz, içeriye rüzgar doldu. Perdeler dalgalandı, soğuk rüzgar kapının altından geçip evi soğukla doldurmaya başladı.

Pencere buğuluydu. Tam olarak dışarıyı göremezdiniz pencereden baktığınızda. İşte bu yüzden, George'un gözleri kamaştı. Zaten penceresini ilk defa açıyordu ve bu manzara nefes kesiciydi. Buradan geçen gittiği meydan gözüküyordu. Üstelik bu sefere çeşmenin aydınlatılmış olduğunu da gördü. Sokaklar aydınlatılmamıştı ama. Sadece meydan aydınlatılmıştı.

Bu, pencerelerden gelen sarımsı, ışık turuncuya hafif kayan ışık, evlerin ve sokakların yerini belli ediyordu. Ufuktaki batmış sayılır güneşte, güzel bir mavi tonlaması yapmıştı. Gökyüzündeki yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Güneşin yaptığı mavi tonlaması, ufuğa değen bütün evlerin çatısını belli ettiği için, şuan karşısında duran manzara nefes kesiciydi.

O manzarayla etkilene dursun, Elizabeth koşarak pencereden karşı evin çatısına atladı. Şaşıran George, "H-hey!" diyebildi sadece.

Elizabeth çatıda doğruldu. Siyahın içinde görünmez sayılırdı. Ufuğa gelen omuzları, saçlarının arkasını aydınlatan ışık ve parlayan yeşil gözleri ile kendine çekiyordu. "Gelmeyecek misin?"

Sırıttı. Elizabeth gibi koşarak hız alıp atlamaktansa pencereye çıktı ve en ucuna geldiğinde kendini hafifçe aşağıya bıraktı. Zaman yavaşladı ikisi içinde. George'un yaptığı hamle, basitçe ayağıyla duvara dokunmak ve kendini fırlatmaktı. Kendini fırlatırken duvardan gelen çatırdama sesleri ile arkasında bir göçük ve göçüğün etrafında çatlaklar bıraktı.

Karşı çatıya vardığında yumuşak bir iniş yapamadı. Çatı taşlarından bir kaçını ara sokağa doğru düşürdü. Elizabeth'in aksine kendisi hiç zarif değildi.

"Hava atmana gerek yok, biliyorsun değil mi?"

George gülerek yere baktı. "Doğrusu bu birden oldu." Sırıttı. "Neyse, yolu göster."

Elizabeth evlerine doğru döndü. Kendilerinin evi üzerinde durdukları evden bir kat fazlaydı. Etrafında havalandırma boruları vardı.

"Havalandırma boruların üzerinden gideceğiz mümkün olduğunca. Geceleri dışarı çıkmak bizler için yasak."

"Çocuk olduğumuz için mi?"

"Evet. Evlere mümkün olduğunca yakın kal, siluetin gözükmesin."

"Dur bir saniye, neden basitçe sabah gitmiyoruz?"

George bu soruyu sorarken kendisi de cevabı az çok düşündü.

"Çünkü okulum var. Sen de büyük ihtimal okulda bölge kontrolde olursun. Ek olarak, yarın bir buluşmam var."

George bu buluşma konusunda onunla konuşacaktı ancak insanların özeline burnunu sokmamasını, okul kitapları ile günlüğün ayrı yerde oluyor olmasından ve bugün annenin görevlinin sorduğu soruya karışmasından biliyordu. Ama etik anlamda bunu bilmiyordu. Sadece idam edilme kuralı olduğunu düşündü.

Onu buluşma bitene kadar izlemeye karar verdi. Yanlış bir şey olursa müdahale edecekti. Kendisi farkında değildi ama, Elizabeth bir kara büyücü olarak kendini koruyabilirdi bir çok düşmana göre. Nedense içinde kendini Elizabeth'ten dahi güçlü hissettiren bir şey vardı.

Elizabeth havalandırma borusuna atladı.

"Bu sefere yavaş ol. Bunlar beton kadar dayanıklı değil."

George kafasını salladı. 2 saniye kadar boruya baktı, ardından sıçradı. Sıçraması fazla gelmişti ki borunun üzerindeki duvara geldi. Eli ve ayaklarıyla duvara tutunup dengesini korumaya çalıştı. Hızlıca yere inerken, duvarda 4 tane, uzun yarıklar açmıştı.

Elizabeth ona, 'Benimle dalga mı geçiyorsun?' bakışı attı. George bunu gerçekten isteyerek yapmamıştı.

Kırılan betonun sesi neyse ki ev sahiplerini uyandırmak için yeterli değildi.

"Sen böyle oldukça ırkını vesaire gerçekten daha çok merak ediyorum." Duvardaki yarıklara baktı. "O duvarı parmaklarınla mı kırdın sen?"

Karanlığın PrensiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin