Kısım 1 : Yirmi Altı

409 60 17
                                    

George'u büyük bir korku kapladı. Neye uğradığını şaşırmıştı. Arkasından bir anda yükselen ses ve gölge... Hemen elini geriye doğru savurdu. Bedeni de onunla birlikte arkasına dönmüş oldu ve gördüğü şey gölgenin havaya karışıp sisimsi bir duman bırakmasıydı. Gölgenin gidişi ile beraber yankı yaparak duyulan ses George'a hızlı olması gerektiğini hatırlattı.

"Ah küçük Georgie, ah."

"Elizabeth!" diye bağırdı George. Bir sebepten ötürü kokusunu alamıyor, nefes alış veriş sesini duyamıyordu.

Öksürdü. Bu ne biçim bir havaydı böyle? Kirli bir koku burnunu acıtıyordu. Koku almasını engelliyor ve gözlerini yaşartıyordu.

"Buraya gelmemeliydin Georgie."

George korkuyordu. Gözleri yaşardığı için konuşanı da göremiyordu.

"Küçük Eliza'yı buraya getirirken senin geleceğini hiç düşünmemiştim biliyor musun?" Ses soğuk zeminde titreyip duvarlardan sekiyor ve böylesi bir yankı George'un başını ağrıtıyordu.

Deminden beridir küçük adımlarla yürüyordu ancak soğuğun verdiği his ve önünü neredeyse göremiyor oluşu bir yere gidiyor olma hissiyatı uyandırmıyordu.

"Elizabeth!" diye bir kez daha bağırdı. Sesini duymayı umuyordu.

Ağzını kapatır kapatmaz sırtından büyük bir darbe yedi. Acı sesler çıkararak duvara uçtu ve sıcak kanın soğuk zemine çarpışını seyretti. Nedenini bilmiyordu ancak anılarını kayıt etmekte zorlanıyordu. Az önce darbe yediğinin farkındaydı ancak buna karşı ne yapması gerektiğini veya nasıl darbeyi yiyipte uçtuğunu bilmiyordu. Acı içinde ayağa kalktı. Duvara eliyle tutunuyordu. "Elizabeth!" diye son nefesini kullanarak bağırdı. Derin bir nefes verdi, tekrar aldı. Sırtında ağır bir sızı hissediyordu. Burnunun akmaya başladığını fark etti. Burnundan nefes alamıyordu. Ağzını açtığındaysa boğazına ve ciğerlerine dolan soğuk hava canını yakıyordu. Nefes almak canını yakıyordu.

Bir kez daha derin bir nefes aldı. Bu adaletsiz bir dövüştü. Yine ağır adımlarla görebildiği kadarına yürümeye başladı. Karşısında Elizabeth'i görmeyi umuyordu. Eğer onu görebilirse, buradan hızlıca kaçabilirdi.

"HA HAH HAAĞ." ... "Buradan gerçekten kaçabileceğini düşünüyorsun değil mi?"

George onu duymamaya çalışıyordu. Umursamadan yoluna devam ediyordu.

"Buradan kaçış yok çocuk. Artık benim alanımdasın."

Onu umursamadan adımalrını atmaya devam ediyordu.

Soğukluğun verdiği derisidneki uyuşma hissi yüzünden ayak parmaklarını hissedemez olmuştu. Burası gerçekten bir soğuk hava deposu muydu yoksa dünyanın en yüksek dağında falan mıydı?

Etrafındaki karanlığa rağmen ileride bir şey gördü. Bir çocuk olduğu açıktı, yere oturtulmuş şekilde sırtı bir şeye dayalıydı. Dikaktlice bakmaya başladı adımalrını daha da yavaşlatıp. Görüntü netleşiyordu. Bu... Bu Elizabeth'ti! Ona daha da dikkatli bakmaya başladı bu sefere. Adımlarını hızlandırmıştı. Bu Elizabeth'ti ama derisi bembeyaz olmuştu. Gözleri kapalıydı, kaşları ve kirpikleri donmuş gibiydi. Onu buradan çıkartıp gitmeliydi ama sırtındaki sızı bir daha kendini hatırlattı. Duraksayıp nefes aldı.

Devam etmek zorundayım..

Elizabeth'e varmasına sadece bir adım kalmışken omuzlarından kavrandığını hissetti. Bu kavrama ile birlikte geriye doğru hızlıca çekildi. Havada giderken düşüyormuş gibi hissetti duvara çarptığında ağzından kan geldi. Omzu da acıyordu, büyük ihtimalle çıkmıştı.

O sarı şey yüzünden oldu diye düşündü. O lanet şey yüzünden güçlerimi kullanamıyorum. George yaşlı adama bağlanmaya çalışıyordu ancak başaramıyordu.

Şuan nasıl bir halde olduğunu bile hissetmiyordu. Baş aşağı mıydı? Yoksa sırtı yere mi değiyordu? Yarası da sızlıyordu, büyük ihtimalle sırtı yere değiyordu. Çıkmamış omzundaki kolu ile elini akmakta olan göz yaşlarına götürdü. Ağlamak istiyordu ancak ağlarsa rezil olurdu değil mi?

George mekandan bağımsızlaştığını hissetti. Ölüyor falan olmalıydı.

Etrafındaki nesnelerin bir bir dalgalanarak, bazen de kübik hallerde, şekil değiştirdiğini gördü. Oluşan yeni yer bir okulun sınıfıydı. Aşırı yüksek bir tavanı vardı. George bu tavanın gerçek olamayacağını düşündü. Yukarı baktığında ucunu göremiyordu.

Karşısında duran adamın bir gözü yoktu, diğeri ise olması gerektiğinden büyüktü ve damarları patlayacakmış gibi ona doğru bakıyordu. Bu öğretmen olmalıydı, giydiği cübbe öyle gösteriyordu. O, kendisine baktıkça etraftaki nesneler uzaklaşmaya ve adamın gözü kendiisne daha çok yakınlaşmaya başladı. Sıralar birbirine giriyordu. Sınıf tahta çocukların ellerindeki tebeşirler ile renkleniyordu.

Derin bir nefes verdi. Gözlerini kapayıp açtı ve tekrar karanlığın içindeydi. Konuşmak istiyordu ama bedeni ağzını açamayacak kadar rahat hissediyordu. Etraf ısınmış bile diyebilirdi şuan. Ağrılarından eser kalmamış gibiydi. Hareket edebilirdi ama öylesine üşeniyordu ki buna... Rahattı burası, ne diye hareket etsin ki?

Karanlığın PrensiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin