"Demek konuşabiliyor." dedi baba.
"Evet konuşabiliyorum." diye küstahça atladı George. Amacı küstahlık yapmak değildi. Babanın doğru olduğunu onaylıyordu.
Baba sinirlendi, yüzünü ekşitti. "Nereden geldin sen? Anan baban kim?"
Bu soruların cevabını kendisi de bilmiyordu. "Bilmiyorum.."
Baba konuşurken, George kaşığına büyük lokmalar doldurup doldurup yiyordu. Gerçekten çok açtı ve yeterince soğuk çektiğini düşünüyordu. Bu hareketi yine küstahça algılanmıştı baba tarafından.
George bunu fark etmişti ancak umursamıyordu. Bu kadar dar bakışlı olan birini neden umursasın? Anne ve kız çocuğu onun halini çok net görmüştü. Bu yüzden ses çıkarmıyor olmalıydılar.
"Nasıl bilmezsin!" sesini yükseltip, elindeki kaşığı bırakmıştı baba.
"Ona bağırmasana! Hatırlamıyor işte zavallı."
George kendisinden ezikmiş gibi bahsedilmesinden hoşlanmıyordu fakat böyle bir durumda yapacağı bir şey yoktu. Sonuçta annenin ısıttığı yemeğe muhtaçtı. Basit bir çıkar ilişkisi gibi ancak annenin çıkarı neydi?
Baba, söylene söylene yemeğini yemeye devam etti. Bu esnada olan biteni masumca izleyen küçük kız, etrafa buna alışmış gibi bakıyordu. George bunun yanlış olduğunu düşündü. Küçük kıza acıdı.
Baba yemeğine tekrar ara verdi ve çocuğa yönelip sordu: "Adını nasıl hatırlıyorsun o zaman? Bizimle dalga mı geçiyorsun?! Sana bir yuva veriyorum ben!"
Sözünü kesmeyi istedi. Bu adam boş boş konuşuyordu. Sana ben mi dedim beni evine al? Bir iyilik yapıyorsan bununla övünmeyi kesmen lazım diye düşündü George.
"İsmimi nasıl hatırladığımı bilmiyorum. Sürekli söylenen bir şeymiş gibi kafamda tekrarlanıyordu."
"Belli ki hafızasında sorun var! Onu yarın doktora götürürüm." dedi anne, şefkatli ses tonuyla.
"Bölge kontrolede götür. Son zamanlarda ölüm melezleri içeri girmeye çalışıyormuş. Bahse varım bu küçükte onlar gibi bir şeytandır!"
George söylenenleri takmıyordu. Yemeğini bitirdi. Anneye dönüp, "Bir tabak daha alabilir miyim?" dedi.
Anne, elini onun yanağına götürüp okşadı ve o sırada tabağını aldı. "Elbette alabilirsin. İstediğin kadar ye."
Baba anneye kızgınca baktı. Resmen söyledilerini takmıyordu kadın. Bu çocuk bir ölüm melezi olabilirdi.
Ölüm melezleri yüksek insan öldürme kapasitesi yüzünden böyle anılmıştır. Büyü güçleri özeldi ve çocuk olsalar bile güçleri 2 yetişkin insana denkti.
Baba, biraz mantıklı düşünse bu çocuğun bir ölüm melezi olamayacağını anlayabilirdi. Kızının okulunda ırklar öğretilirken bile, ölüm melezlerinin kuvvetlerini kontrol etmek konusunda çok sıkıntılı olduğu söylenirdi. Bu yüzden toplumda hemen fark edilir ve kan arzuları uyanmadan önce öldürülürlerdi. George onun elini tutarken kırmadığı için, ölüm melezi olamazdı. Baba sadece inanmak istediğine inanıyor, inanmak istediğini destekleyen bilgileri doğru sayıyordu.
George bunun farkındaydı. Her nasılsa, ırklar hakkındaki bilgileri, okuma ve yazmayı biliyordu.
George sessizlik içinde 2. tabağınıda bitirdi. 3. tabağıda çekinmeden istedi. Hem babaya bir tavır sergilemek için, hem de annenin şefkatini daha fazla hissedebilmek için.
3. tabak geldiğinde öncekilere göre daha yavaş ama yine de hızlı bir şekilde yemeye başladı.
Babanın tepkisi keskindi. Canını yaktı. "Seni bir işe vermek gerek! Bu kadar yiyorsan."
George bunu taktı. Bu sefere yaptığı bir şeyden dolayı suçlanmıştı. Yemeye devam etmek istemedi ancak içgüdüleri, aç olduğunu, yemesi gerektiğini söylüyordu. Umursamamış gibi davranarak yemeye devam etti.
-
Yemek bittiğinde anne, ona bu kıyafetlerle yatabileceğini söyledi. George, misafir odasında kalacaktı. Kız çocuğunun yanındaki oda. 2. katta.
Yatağı yumuşacaktı. Belini ve omuzlarını ilk defa rahat hissediyordu. Yorganı maviydi. Uyku getirici. İlk defa yorgan kullanıyormuş gibi kendini çok sıcak hissetti, yorgansız yatmak istediğini söyledi.
Anne, ne derse onayladı. Bu küçük çocuğa gerçekten acıyordu.
George kendisini rahat hissetse de bu uykusunu getirmiyordu. Alışık değildi bu rahatlığa. Yatağında dönüp dururken kapısı açıldı. İçeriye giren ışık gözünü aldı ancak hemencecik alıştı. Gelen kız çocuğuydu. Ona doğru yavaş adımlarla yürüyordu. Bu korkunçtu! Giydiği beyaz gecelik ve arkasından vuran ışığın yüzünü belli etmemesi bilinmezlik katıyordu ve bundan daha korkunç bir şey yoktu. Ellerini arkasında birleştirmiş olması ise şüphe uyandırıcı, yine bilinmezlikti!
Yavaş yavaş gelmesi, aralarında 30 santim kalana kadar devam etti. Kız, arkasında bağladığı ellerini ona doğru yavaşça uzattı. Avcunda bir şey saklıyordu.
George korktu! Bir şey yapmasa canı yanacak gibi hissetti. Burası da rahat falan değildi! Buraya rahat diyen kimdi? Salakça. George harekete geçmeliydi!
"Bunu sana yaptım." diye yayılan ses, George'u sakinleştirdi.
Az önce olan şey bir kabustu diye düşündü, olayları fazla abarttığını. Şimdi her şey daha netti. Yeşil gözlerini görebiliyordu. Karanlığa ne güzel ışık tutuyordu!
Ellerinin karıncalandığını hissetti.
"Bunu sana yaptım." diye tekrarladı kız çocuğu. Avcunda sakladığı şeyi ona uzatıp gösterdi.
Mor bir deniz kabuğuna büyü ile sabitlenmiş zincirden bir kolyeydi bu. Büyü, deniz kabuğunu kırmadan içinden zincirin geçmesini sağlıyordu.
George, moru çok sevdiğine karar verdi.
"Buraya bırakıyorum." dedi ve yatağın yanındaki masaya indirdi.
"Sen sormadın ama ben söyleyeyim,"
Sessizlik.
"Adım, Elizabeth."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Prensi
FantasyDünya hiç görülmediği kadar korkunç, bütün iyi duygular ve umutlar yok olmuş. Bir çocuk ise, gözlerini açtı. Gözlerini açışı ile birlikte dünya hiç görülmemiş bir olaylar zincirine kapıldı. Bu fantastik dünyada kendinizi birbirinden 'farklı' varlıkl...