George gözlerini karanlık bir odada açtı. Işıklar yanıp etrafı aydınlattığında kendinin yerde sürüklendiğini gördü. Boynuna kalın, demir bir tasma geçirilmişti.
Bir masaya atıldı. Masa taştı, canını yaktı. Kollarındaki kelepçelerin açıldığını gördü. Hemen ardından kollarını taş masanın altında tekrar bağladılar. Kendini güçsüz hissetti.
Elinde makas gibi, ama daha kalını ve büyüğü olan bir aletle bir adam yaklaştı. George'un göğüs kafesi kemiklerini birbirinden ayırdı. George acı çekiyordu.
Rüyasından, içine yerleştirilen bir kalp ile uyandı. Kan ter içindeydi. Yatağında hızla doğruldu ve üzerindeki bornozu atıp göğsünü kontrol etti. Bir şey yoktu.
Sadece salak saçma bir rüya diye kendini avuttu.
Karşısında duran saate baktı. Uyanılma saatine daha vardı. Bacaklarını yataktan aşağı sarkıtarak oturdu. Kapısının ardından gelen bir ses duydu. Annenin sesi olduğunu anladı. Yürürken yumuşak sesler çıkartıyordu ve ses çıkmamasına özen gösteriyordu kapıları kapatırken.
George'un kapısını açtı. George yatakta oturmuş ona bakıyordu.
"Kahvaltıda yumurta yapacağım. Yersin dimi?"
George kafasıyla onayladı.
Anne kapıyı kapattı ve alt kata inip kahvaltı hazırlamaya başladı.
Aradan zaman geçtikten aşağı indi. Tavada yaptığı yumurtayı tabağa koyuyordu anne.
Dün oturduğu yere oturdu.
"Hoş geldin. Bugün okula başlayacaksın biliyorsun değil mi?"
George'dan cevap gelmedi.
"Okul yeni arkadaşlar edinebileceğin, seni hayata hazırlayan bir yer."
O anda içeriye Elizabeth girdi. "Okulda benim yanıma oturabilirsin. Sana yer ayırmamı ister misin?"
George kendini üzgün hissediyordu. Hiç bir şey yapmak istemiyordu. Ancak Elizabeth'i cevapsız bırakamazdı. "Olabilir. Söz veremem ama, kendini yorma."
Kız gülümsedi, gözlerini kapatıp. Gamzesi ışık saçıyordu. George etkilendi.
"Merak etme yorulmam."
Anne, kocasının neden hala gelmediğini merak edip bağırarak seslendi. "Robeeeert! Neredesin? Gel artık çocuklar bekliyor."
Robert'ın merdivenlerden inişi duyulabiliyordu. Her zaman ki gibi söylene söylene geldiği ortadaydı. "Geldim be kadın! Her sabah şöyle bağırmak zorunda değilsin." Robert içeri girdi ve dünkü yerine oturdu.
Elizabeth yine George'un karşısındaydı. Anne, kahvaltı için gerekli her şeyi hazırladığında yerine oturdu. "Afiyet olsun Elizabeth." George'a döndü. "Sana da afiyet olsun George."
"Bahse girerim kayıtları bulunmuyordur bile."
"Robert tanrı aşkına yeter! Çocuğun ipek kıyafetleri vardı. Bugün senin bile o kıyafetleri alacak paran yok."
George'un kafasında bir şimşek çaktı. Anne ve baba, daha doğrusu sadece anne, onun zengin olduğunu düşündüğünden dolayı ona iyi davranıyordu. Öz anne ve babası onun buldukları için para ödemedi yapabilirdi. George, üzüldü. Kendini anneye biraz yakın hissetmişti ancak sevginin karşılık ilişkisi içerisinde olabileceğini düşünemedi. Para, gerçekten her şey miydi? Sevgi miydi? Bu kadar mıydı?
George, o sabah ki kahvaltıda gram bir şey yemedi. Karnı açtı, gururuna yediremedi. Dün gece babanın söyledikleri de aklında dolanıp duruyordu. İşe mi gitseydi? Çok yediği için azar işitmişti resmen. George bu ailede tek masum olanın, bu 8 yaşındaki kız çocuğu olduğunu düşündü. Ona istemsizce bir değer verdi. Kalpleri arasında bir mühür oluştu. Bundan sonra, bu basit andan sonra, ikisi her daim birbirini hissedecekti. Sevgi kuralıydı bu, istemsiz olur, farkına varmazdınız.
Baba, evden çıkarken Elizabeth'i okula bırakacaktı. Anne ise gidip George'a kıyafetler alacaktı. Ardından beraber bölge kontrole gidecekti.
Kapıdan çıkarken Elizabeth'in onu çağırdığını duydu. Kapıya gitti.
"Kolyeyi takmadığını fark ettim. Neden takmadın?"
Çok masum bir soruydu bu. Gözleri merakla bakan, cevap arayan tiptendi. Yeşil gözleri vardı.
George utandı, korktu. Bilmiyordu. Bilmediği için utanıyordu. Bilmediği için cezaya çarptırılacağını düşündüğü için korkuyordu.
"B-b..."
Elizabeth kafasını hafifçe yana eğdi. Bakışları hala aynıydı.
"Bilmiyorum.. Ne olduğunu.. " George kafasını eğdi. Ellerini yumruk yapmıştı. Korkuyordu. Yüreğinde istemsiz bir acı vardı. İçeride bir şeyler kendini cezaya hazırlıyordu. Bu kelime ne zaman ağzından çıksa, acı hissederdi. Şartlanmıştı.
"Ehe~ Sorun değil." Elizabeth, elinde bir kolye varmış gibi yaparak kendi boynunda kolyeyi nereye asması gerektiğini gösterdi. "İşte böyle yapıyorsun."
George bu anı şaşkınlıkla izledi. Yüreğindeki korku geçmiyordu ancak o, Elizabeth'ten korkmaması gerektiğini beynine kazımıştı.
Annede evden çıktıktan ve çıkarken George'a evden ayrılmamasını söyledikten sonra George yalnız kaldı. Büyük bir evde, yalnız kaldı. Sanırım gidip etrafı gezeceğim diye düşündü. Buraya geldiğinden beri sadece 3 odanın yerini biliyordu ve ev, dıştan bakınca oldukça büyüktü.
Elizabeth'in odasından başlayacaktı. İçinden gelen bir içgüdüydü bu.
İçeri girdiğinde, tül perdenin güneş ışığını yatağın üzerine süzme süzme vurduğunu gördü. Pembe bir yataktı ve duvarlarda beyaza çalan daha açık bir pembe. Oda ilk bakışta çok tatlıydı. Daha sonra çalışma masasına baktı George. Odundan oluyor oluşu, odadaki tüm pofuduk pembe ortamı bozuyordu. Çalışma masasına yaklaştı. 2 tane çekmece masanın altında, 2 tane dolap kapağıda masanın üzerindeydi.
Bir çekmeceden başladı George. İlk açışıyla birlikte bir günlük buldu. Günlük aslında sahte çekmece bölmesindeydi. Çekmecenin içinde çekmecenin boyutlarında bir tahta parçası vardı ve bu günlüğün üzerinde olduğu için günlüğü gizliyordu. George ise hislerine güvenip anında bulmuştu günlüğü.
Günlük 2 gün önce tutulmaya başlamıştı:
Sevgili günlük,
Bugün yabancı bir adamla tanıştım. Bana çok iyi davrandı. İlk başta ondan korkuyordum ancak nasıl olduysa hemen güvenimi kazandı. Bana bu günlüğü verdi. Bugün doğum günümdü. Anne ve babam bana hiç hediye almadı. Sınıftanda sadece Grace kutladı. Onun ailesinin hediye alacak parası yok zaten. Hatırlamış olması yeterliydi.
3 gün sonra o adamla buluşma kararı aldım. Şuan akşam oldu. Bana bunu pencereme gelip söyledi.
GEORGE KORKTU. PENCEREYE HIZLA BAKTI. ORADA BİR ADAM ŞUAN ONU İZLİYOR OLABİLİRDİ.
Pencereye hızla baktı. Ona bakan bir kedi gördü. Sadece bir kedi. Onun içini bu korkuyla kaplayan şey aniden çıkıp gelen bir kedi miydi? Paranoyalarına ara vermeliydi.
Kalp atışları hızlıydı, derin derin nefes alması bitmemişti. Ani bir adrenalin patlamasıydı bu. Kediye lanet okudu. Ardından günlüğün sonraki sayfasına geçti.
Bugün anne ve babam yolda bir çocuk gördü. Çamur içindeydi. Aslında tatlı birisi. Onu seviyorum. Ona bir hediye vermeye karar verdim. Hediyeyi şimdi gidip vereceğim.
George yaşadığı anlık korku ile bu büyük evde daha fazla duramazdı. Koşarak dışarı çıktı. Kapıyı sertçe örttü.
Dışarı çıktığında, evin yanında aynı kediyi gördü. Yine ona bakıyordu. Umursamadı.
Çünkü ona bakan bir tek o değildi. Sokaktaki herkes, George'a bakıyordu. Dışarıya bornozla çıkmıştı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Prensi
FantasyDünya hiç görülmediği kadar korkunç, bütün iyi duygular ve umutlar yok olmuş. Bir çocuk ise, gözlerini açtı. Gözlerini açışı ile birlikte dünya hiç görülmemiş bir olaylar zincirine kapıldı. Bu fantastik dünyada kendinizi birbirinden 'farklı' varlıkl...