WineWalls her zaman acı çığlıkları duyulan bir yer olmuştur. Buranın tarihi en eskiye kadar dayanır diyebiliriz. Doğrusu, burası insanlığın ilk merkezi.
İnsanların burayı hala ayakta tutabiliyor olması, büyü ve hiyerarşinin eseri. Yerleşmek için bu bölgeyi seçiyor olmalarındaki sebep ise, buranın çok özel bir kaynağının olmasıydı: Şarap. Şarap tıpkı bir su kaynağı gibiydi bu bölgede. Yer altından çıkıyordu.
2000 yıl önce burada ilk köy kuruldu. WineWalls adını 700 yıl önce, kalın duvarlar bulunduğunda aldı. O günden bu güne, insanlar duvarların onları koruyacağını, ve tanrının kendilerini şarap ile hep bereketli tutacağına inandı.
George ve Elizabeth, evlerinin havalandırma borularının üzerinde etrafa bakıyordu.
Elizabeth parmağını bir binaya doğrulttu yavaşça. "İşte orası. Oraya gireceğiz."
George kafasını salladı. "Meraktan soruyorum, karşımıza bir bekçi çıkarsa ne yapacağız?"
"Yakalanmayacağız George."
"Nereden biliyorsun?"
"Çünkü..." biraz bekledi. Esen rüzgar saçlarını dalgalandırıyordu. "Daha sonra söylerim sebebini." dedi ve elindeki lastik toka ile saçlarını bağladı.
George üstelemedi. Bu sefere ilk o başlayacaktı. Kendini havalandırma borusundan aşağıya bıraktı. Bu sefere destek alacak bir şeyi yoktu. Kendini öylece serbest bırakmıştı. Yere düşüyordu. Yere temas ettiği an kemikleri kırılacaktı.
Ancak tıpkı bugün ki gibi, içinde kendine duyduğu anlamsız bir güven vardı. O duyguydu bu! Yine o duygu.
Bir rüyaya dalmış gibi hissetti. İçindeki ruh birden aşağıya çekilmiş, aşağıya çekilmesiyle yeni bir aleme dalmıştı. Karşısında bir kulübe vardı. Tahtaları eskimiş, bazıları parçalanmıştı. Buraya uzun zamandır gelen yoktu gibi.
Kendine geldi. Hayali kısa sürmüştü, hala daldığı yerdeydi. Ev gerçekçiydi ama şuan yeni bir biliyordu: havadayken zıplayabilirdi!
Hiç beklemeden, aniden kendisine aktarılmış bu bilgi ile ayak parmak uçlarının altında bir hava kütlesini yoğunlaştırdı, ayağını bununla destekledikten sonra düşüşünü eğikleştirdi. Bileğini kullanarak kendini ileri doğru fırlattı. Hava kütlesi arkasında yok olurken tiz bir ses ve yavaşça kaybolan beyaz dalgalar bırakmıştı. Bu dalgalar onun hızlanmasına yardım etmişti.
Elizabeth onun 2. kere büyü yaptığına şahitlik ediyordu. Nedense onu böyle izlemek çok keyifliydi.
George kendini ileriye doğru fırlatmışken bir evin çatısına indi ve sırtını kullanarak yuvarlandı. Hemen ayağa kalkıp Elizabeth'e baktı.
Elizabeth elini havaya kaldırdı. Eli kalkarken, önünde siyah daireler belirdi. Elizabeth bu dairelerin üzerinde yürüyerek George'un yanına geldi. Her adımında arkada bıraktığı daire kayboluyordu ve yol boyunca eli hep havadaydı.
George ona gülümseyerek bakıyordu. Kendisi fiziksel güç kullanırken onun tek yaptığı yürümekti.
"Benim inişim daha havalıydı. Kabul et."
Elizabeth ona gülümseyerek baktı "Bu büyüler beni yoruyor. 15 metre kadar sıçrayamayacağım için kullandım. Hava atacak kadar şey değilim yani."
George güldü. "Hadi devam edelim, önden sen."
Elizabeth yavaş bir tempoyla koşmaya başladı. Bu evin çatısı genişti. Biraz koştuktan sonra yine bir sokak boşluğuna denk geldiler. George kütüphaneye baktı. Geçmeleri gereken 5 ev ve 5 sokak daha vardı. Evler düzensiz bir şekilde inşa edilmişti.
"Şu, hava büyüsünü kullanarak sürekli havada durabilirim sanırım. Seni taşırım, sıçraya sıçraya varırız."
Elizabeth biraz düşündü. Bu sokaklardan atlayamazdı ve gücünü kullanmak onu gerçekten yoruyordu. "Bekçiler bizi daha kolay fark eder ama. Ay ışığının altında gideceğiz sayılır. Gök yüzü bizi gizleyemez."
"Gerçekten hızlı olacağıma söz veriyorum." dedi George. Elizabeth'in cevabını beklemeden onu kucağına aldı. Bir koluyla sırtını, bir koluyla bacaklarından taşıyordu.
Havayı yoğunlaştırma gücünü tekrar kullandı. Bu sefere bileklerinden değil, bacaklarından asıldı ve kendini hiç zaman kaybetmeden ileriye fırlattı. İlk fırlatışı fazla hızlıydı ve Elizabeth korkup gözlerini kapatmıştı. İstemsizce kollarını George'un boynuna sarmıştı.
5 evi ve 4 sokağı geçmesi sadece 2 sıçrayışınu aldı. Havadayken yine o büyüyü kullanmıştı. Geçmeleri gereken son sokağa geldiğinde, kafasını hedefe çevirmek yerine ayaklarını hedefe çevirdi. Sırt üstüydü. Fazla hızlı gittiği için hava akımını kendini durdurmak için kullandı ve hava akımına çarptığında takla atıp evin düz çatısına indi.
İndiği zaman Elizabeth'in yüzü şaşırmış bakıyordu. Neye uğradığını şaşırmıştı. Gelmeleri sadece 3 saniyelerini almıştı. Saçları tokaya rağmen dağılmıştı. George bacaklarını tutmayı bırakıp onu yavaşça yere indirdiğine ayakta duramadı ve dengesini kaybedip afalladı.
"Fark ettiklerini sanmıyorum."
Elizabeth konuşmaya başlayacağı sırada onu susturdu. "Öhm. Kütüphaneye odaklanalım."
Elizabeth gözlerini devirdi ve kollarını kenetleyip kütüphaneye döndü. İç çekti.
Kütüphane bir meydan gibiydi. Koca arazinin ortasında kütüphane vardı ve etrafında yollarla çevrilmişti. Evleri geçerken düzensiz bacalar onları gizleyebilirdi, bir kuşmuş gibi hızlıca geçip gidebilirlerdi ama kütüphane için aynısı söz konusu değildi. Bekçiler ön kapıda nöbet tutuyorlardı. Yollarda sıra halinde nöbet tutanlar da vardı.
"Kısa süreliğine bizi görünmez yapabilirim. Ama gerçekten kısa süreliğine." dedi Elizabeth.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Prensi
FantasyDünya hiç görülmediği kadar korkunç, bütün iyi duygular ve umutlar yok olmuş. Bir çocuk ise, gözlerini açtı. Gözlerini açışı ile birlikte dünya hiç görülmemiş bir olaylar zincirine kapıldı. Bu fantastik dünyada kendinizi birbirinden 'farklı' varlıkl...