Jealous Man

4.9K 437 1.3K
                                    

Beyaz kapı kendisi için açıldığında, orta yaşlı bir kadın ona gülümseyerek karşılık verdi. "Hoş geldiniz Bay Tomlinson," diyerek bir adım geri çekildi. Louis, hizmetli kadını gülümseyerek karşılayıp içeriye girdikten sonra, "Çıkabilir miyim, Bay Styles?" dedi.

"Evet."

Kadın iyi geceler dileyip evden ayrıldı. Louis, içinde, kafede satılamamış iki frambuazlı pastanın bulunduğu poşeti tutarken, loş ışıkla parıldayan salona doğru ürkek adımlar attı. Harry'yi salonun karanlık ucundaki bir koltukta, üzerinden çıkarmamış olduğu paltoyla oturmuş, yansımasının parladığı pencereden New York'u izlerken bulduğunda durdu.

Kalbi hızlanmaya başlamıştı. Sarı yağmurluğu onu sımsıcak bir kaloriferin içinde hissettirirken, ısınan yanaklarıyla alt dudağını ısırdı. Geldiğini bilse de kendisine bakmıyordu, buna rağmen heybetli adamın yanında olmak muhteşem bir histi. Vücuduna bıraktığı etki, sadece öylece dursa bile işe yarayabiliyordu.

"Şey," diye mırıldandı. Bakışlarını elindeki poşete çevirip gülümsedi. "Uhm... Flair ve senin için iki küçük pasta getirdim. Seveceğinizi düşünüyorum." Isınan yanaklarıyla ona bakıp durduramadığı tatlı gülümsemesini bilmeden Harry'ye sunuyordu. "Şey. Sütle de güzel gider, ister misin?"

"Onunla aranda ne var?"

Sorusuna karşılık aldığı farklı bir soru, dudaklarındaki tebessümün düşmesine sebep oldu. "Anlamadım?" dedi göğsüne sinsice ilişmeye başlamış endişeyle.

Harry'nin bakışları yavaşça kendine döndü. Kızarmış gözleri, içinde tuttuğu yeşil irislerin karanlık yönünü ortaya çıkarıp hislerinin derinliğini yüzüne yansıtmıştı. Orada yüzen hayal kırıklığı, öfke ve kıskançlık duygusu adamın her bir hücresine ilişmiş gibi görünüyordu. Bunu fark eden Louis kalbinin olduğundan daha hızlı atmasına engel olamazken, küçük parmakları güçlükle poşeti sıkıyordu.

Genç adam oturduğu yerden yavaşça kalktığında, Louis, onun heybetiyle titremişti. Görmeyeli çökmüş olsa da güçlü yanı hep görünürde bir yerdeydi. Yüzünden duygularının belli olması güçtü, fakat şimdi açık bir kitap gibiydi.

"Chester," diye fısıldadı. "Neden onunla konuşuyorsun?" Sesindeki acı, kızarmış gözlerinin titremesine sebep oluyordu. Vücudunun heybeti, yüzüne yansımış hisleriyle büyük bir tezatlık oluşturmuştu. "Ondan hoşlanıyor musun? Seni mi seviyor? Sana iyi mi geliyor Lou?"

Louis, afallamış halde onu seyrediyordu. Telefon hareketlerinin izlendiğini biliyordu, ama unutmuş ve ondan böyle bir tepki asla beklememişti. Ve tüm bunları düşünüp acı içinde kendisine fısıldayan adamın, bu sabah kendisine nefret dolu bakışlar atan adamla aynı olmadığını düşünüyordu.

"Neden bir şey söylemiyorsun?" dedi yavaş birkaç adım ona doğru ilerleyerek. "Yoksa tüm bunlarda doğru mu söylüyorum?"

"Böyle bir şey yok, Harry." Sonunda sesini bulabildiğinde, dolu gözleriyle fısıldayabilmişti. "Bu akşam kafeye gelen... K-kafeye gelen sen miydin?" diye fısıldadı heyecan ve tereddütle onun paltosuna bakarak. Genç adam başı eğik halde onu onayladığında, kendisinden şüphe ettiği için yanaklarını tokatlamak ve ayrıca yanılmadığını anladığı için sevinçle çığlık atmak istiyordu. "Aramızda bir şey yok," diye tekrar etti. "Sadece seni de tanıyan bir dosta ihtiyacım vardı."

"Neden?"

"Kafamı karıştırıyorsun," dedi titreyen sesiyle. "B-benden nefret ediyorsun. Chester bana yardım ettiğinde, seni konuşabildiğim tek kişi yine oydu. Şimdiyse nefretine karşılık aldığım şey bu oluyor. Eğer benden nefret ediyorsan, neden diğer şeyler önemli?"

Runaway | Larry ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin