11. Bölüm "Tuzak"

196 31 50
                                    

Selam herkese, 

Öncelikle 6,8,9,10 Kasım TÜYAP Kitap fuarı'nda İstanbul'da olacağımı keyifle söylemek isterim. Gelin tanışalım. :)

Bu arada 3. kitabımında ilk günleri olacak, bunun için de ayrıca heyecanlıyım. 

Şimdi... biraz gergin bir bölüm ama bu bölüm bir dönüm noktası, sonraki süreçlerin çoğunu etkiliyor. Bilginize. Yorumlarınızı eksik etmeyin. 

Şimdiden iyi okumalar. Sevgiler. :)

***

- Alexander, bundan hoşlanmadım.

Kral Valge üzerindeki ağır kürkle içeriye hızlı bir giriş yapmıştı. Bir kaç saattir Kuzgun Şehri sınırındaki bazı sorunlarla şahsen ilgileniyordu. Marsel taşı meselesini bu kadar ilginç bulma sebeplerinden biri de buydu çünkü sınırlarına tehlike arz ediyordu ve bunu yapanların daha fazla güçlenmesini hiç mi hiç istemiyordu.

Şimdi de yıldırım gibi içeri girerken öfkeli olması elbette ki monkun da beklediği bir şeydi. Bu işler böyleydi. En dostane adamları bile şüpheli listesine almanız gereken zamanlar gelebilirdi. Ama bu onların, tüm bu ihtimalleri kabullenebilecekleri anlamına gelmiyordu.

- Valge... ben sadece üzerime düşeni yaptım.

- Benden şüphelenerek mi?

- Herkesten şüphelenerek. Artemis ile bağlantılı her konudan huylanıyoruz, biliyorsunuz. Yani kraliçeyi istemiyor, kalmasına razı olması için Athena'yı kuklası yapması gerekecek.

- Bunun farkındayım ve ben, sizin yanınızdayım.

- Evet, Cassiel bir hayli net bit şekilde bunu ifade etti.

Alexander, istemsizce gülümseyerek, yan koltuğunda oturan Cassiel'e baktı. O da keyfi yerinde bir şekilde gülümsüyordu ve bacaklarını koltuğa toparlamış otururken onları dinliyordu. Genelde özellikle monklar içinde kadınlar biraz daha çekingen olurlardı. Cassiel, cesurdu. Olduğu gibi davranabiliyordu. Muhtemelen bunun en büyük sebeplerinden biri uzun zamanını tapınakta değil Kuzgun Şehri'nde geçirmiş olmasıydı.

- Evet biraz maceracı bir karakterdir kendisi fakat sarayda çok sevilir.

Kral Valge sakinleşip gülümseyerek Cassiel'e bakarken, omuzlarındaki kürkü koltuğa bıraktı. Aynı anda her zamanki sevecen ifadesine dönmüştü bile. Ama çok uzun sürmeden tüm ciddiyetiyle, kendisini iki monkun karşısındaki koltuğa bırakmıştı bile. Önce düşünceli gözleri camdan dışarı, Kuzgun Şehri'nin her zamanki karlı atmosferine bakmıştı. Sonra gözleri monkun çikolata rengi gözleriyle kesişti ve asıl konuya dair kararını açıkladı.

- Pekala Alexander, şimdi, Artemis'e karşı nasıl dururuz, konuşalım bakalım.

***

Salvator, hırsızın öfkeli ve hızlı adımlarını seyrederken, hiç konuşmamışlardı. Sarayın koridorunda yankılanan ayak sesi ana girişteki koridorun sonuna doğru olan ortak salon girişine devam ediyordu. Orada kimi bulmayı umuyordu bilmiyordu ama konuşmadan yürümeye devam etti. Bu gerginlik onu yoruyordu. Her ne kadar umursamıyor görünse de sürekli tehdit altında olduğunu düşünen bir hırsızın normalde de huzurlu olması çok zordu. Nitekim hırsızlar bu yüzden dikkat çekmeden, aralıklarla büyük işler alırlardı. Var olma sebepleri, yok gibi olabilmekti.

- Sen, beni neden durmadan takip ediyorsun?

Salvator, ona birden bire dönüp, öfkeyle yükselen hırsıza karşılık sadece tek kaşını kaldırdı ve konuşmadan, bakmaya devam etti. Bu yeterince etkili bir tepkiydi ki hırsız iç çekip, salona girmeden kapının önünde kollarını bağladı.

Çöl Hırsızları 2 - "Buz Mavisi Gölge" (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin