Alexander, Cassiel ona doğru merakla bakarken, gözlerini kapamıştı. En son anka ile uçtuğunda Safir ile iletişim kurmayı başarmıştı. Ölmesine bile izin vermedikleri o anda, onu ölüm büyücüsünün elinden kurtaracak iletişimi başarmıştı. Sonra Kuzgun Şehri'nde bir kaç gün geçirmişlerdi ve monk o anların sonsuza kadar devam edeceğine inanmayı o kadar çok istemişti ki, Safir kendisini, zindanlarda onlar için feda edip, ölüm büyücüsü Sahra'yı da yanında götürdüğünde nasıl diz çöktüğünü hala hatırlıyordu. Gözünde bütün his capcanlıydı. Eğer hırsız zihnine girip, o anki acıları uzaklaştırmasaydı kendini toparlaması neredeyse imkansız olacaktı.
Evlenmişlerdi, sonsuza dek bağlı olduğu tek kadını uzun süre yanında tutamamış olmanın hüznüyle kalbi her uyuduğunda paramparça oluyordu. Yine de lacivert gözlü druidin ona söylediği şey aklından gitmiyordu. "Yaşaman gerek... benim için" demişti tüm kalbiyle. Onun, bu isteğini elinden geldiğince gerçekleştirmeye çalışıyordu. Kendine hırsız sayesinde bir amaç bulmuştu. Bir şekilde sarayın danışmanı olarak bir şeyler halletmeye çalışıyordu. Yaşarken, nefes almak ne kadar acı ve zor olsa da bir şekilde bunu halletmek için çaba sarf ediyordu.
Şimdi de rüzgar tüm yüzünü usulca serinletirken ankanın kanatlarının her çırpışta çıkardığı tok sesi dinleyerek, Safir'i düşünüyordu. Ona ulaşmaya çalışıyordu ama sadece anılara. Onu hatırlamak ve düşünmek çok güzeldi. Abisinden saklandıkları o an. Ateşinin düşmediği ve yatağın yanındaki zeminde sırt üstü uyumaya zorladığı gün ya da lacivert elbisesiyle onu büyülediği akşam... Safir'in ona bıraktığı hatırlanası o kadar çok şey vardı ki. Zihninde dönen tüm bu anılar Cassiel'in onun koluna elini koymasıyla dağıldı. Monk, sakince gözlerini açtığında, Cassiel ona bakıyordu.
— İyi misin?
— Evet, tabii.
— Yüksekten falan mı korkuyorsun?
— Hayır, hayır, sıkıntı yok gerçekten, iyiyim ben. Aklım bizimkilerde, ne yaptılar acaba?
— Halledebilirler, iyi bir ekipsiniz. Valge anlata anlata bitiremiyor sizi.
Monk, bir an için aklına yeni gelmiş gibi gözlerini kıstı ve Cassiel'e baktı. Aslında bunu normalde umursamazdı ama Kaşmir'le kardeşlikleri bazı şeyleri zorunlu kılıyordu.
— Sen... sarayda yaşıyorsun değil mi?
Cassiel merakla başını sallayarak onu onaylarken, ne soracağını anlamaya çalışıyordu. Elini kolundan çekti ve biraz daha yerini sağlamlaştırarak, rüzgarla sürekli savaş halinde olan saçlarını düzeltti. Alexander, çikolata rengi gözlerini ileriye odaklayarak devam etti.
— O zaman Rafael'i tanıyorsundur.
— Evet, tabii. Kendisini aşırı severim. Biraz soğuktur ama çok tatlıdır.
— Tatlı mı? O kısmı bize denk gelmedi herhâlde.
— Mesafelidir, zamanla seversiniz. Neden sordun ki?
— Öyle, ekibe yeni geldiği için meraklıyım diyelim.
Bu sırada 7 Mağaralar bölgesine geldiklerinde, adanın üzerindeki mor kalkanı görerek birbirlerine bakıştılar. Burası bir adaydı ve en savunmasız bölgelerden biriydi. Bu yüzden hem özel koruması vardı, hem de kral genel de buradan çıkmayı tercih etmezdi. Ancak kraliçenin yollarda olduğunu duyduğunda bu değişebilirdi. Nitekim, anka adanın etrafında alçalarak döndüğünde mor halkanın, kuzey kapısı kısmını açık olduğunu fark etmelerini sağlamıştı.
— Hazırlanıyorlar.
— Evet, Valge o yüzden inatla seni de getirmemi istedi ve takdir edersin ki, bu adamı buraya hapsetmek için gücüm yetmeyecektir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Hırsızları 2 - "Buz Mavisi Gölge" (Devam Ediyor)
FantasíaÇöl Hırsızları birinci kitapta Beyaz Prens ve diğerleriyle savaşarak, Çöl Şehri'nin hakkı olan varisi bulmasına yardım eden ekibimizi bu sefer daha da karanlık anlar bekliyor. Athena yönetimi anlamaya çalışıp, kendini dış şehirlere kabul ettirmeye...