Ormandan çıkıp, uzunca bir yol yürüdükten sonra nihayet yaşam belirtileri içeren bir bölgeye gelmeyi başarmışlardı. Tam da efsuncunun dediği gibi çokta küçük sayılamayacak bir kasabanın girişindelerdi. Hava kararmıştı ve içerisi aydınlık denilebilecek kadar çok mumla ışıldıyordu. Kasabanın zaten herkese açık olan giriş kapılarından içeri girdikleri anda başlayan yağmur yüzünden görüşleri kısıtlanmış olsa da hırsızın gülümsemesine engel olamamıştı. Bu gördüklerinin güzel olduğunu düşünüyordu. Yağmur yağarken bile kaçmadan, eğlenmek ya da sohbet etmek için sağa sola giden insanların da keyfi yerinde gözüküyordu.
Hırsız, saçlarındaki suyu sıkarken, etrafı incelemeye devam ediyordu. Yanına monk gelip onu yağmurdan koruduğunda hırsız da hiç ıslanmamış Alexander'a teşekkür eden gözlerle baktı. Bunu monk olduğu için yapabiliyordu. Aslında onun için koruma kalkanı gibi bir şeydi ama bazen sadece ıslanmamak için kullandığını da itiraf etmişti.
− Biraz geç kaldın monk, her yerim sırılsıklam.
− "Teşekkür" yeterliydi, fazlasına gerek yok kraliçem.
Hırsız gülümserken, onun kolunu omzuna atıp, kendisine çekmesine izin vermiş ve kalkanı altında daha korunaklı bölgeye girmişti. Burada dinlenecek ve karın doyuracaklardı ancak monk yol boyunca buradan edinecekleri bilgilerin de çok faydası olacağını söyleyip durmuştu.
− Ne yapacağım ben Alexander?
Monk yan gözle hırsıza bakarken yürümeye de devam ediyorlardı. Önde Rafael vardı ve cübbesini başının üzerine kapattığı için normalden daha gizemli görünüyordu. Efsuncu ıslanmayı hiç mi hiç umursamadığı için en önde ve sanki hiç yağmur yokmuş gibi ilerlemeye devam ediyordu. Yanında kendi tuttuğu halatla bağlı orman halkının lideri kadın da vardı. O da zorluk çıkarmadan yürümeye devam ediyordu. Yağmur başladıktan sadece bir kaç dakika sonra sokaklardaki kalabalık hanlara ya da evlere kapanmıştı bile.
− Hiç bir şey sadece beklemen gerekiyor. Burada küçük bir tapınak var, sorgulayacağımız kadını da oraya götüreceğim yarın, istersen sen de gel. Birilerine daha danışmış olalım?
− Olur. Hatırlamak istemediğim şeyler var diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ama hatırlamadıkça sıkışıp kaldığım bu hissi de açıklamak çok zor.
− Biliyorum hırsız, biliyorum.
Alexander düşünceli bir halde susmaya karar verdikten sadece bir kaç dakika sonra efsuncu onları bir hana doğru yönlendirmişti. Burası üç katlı bir yapıydı. Ahşap, üzerine vuran yağmur damlalarıyla koyulaşmıştı. Rüzgarla sallanan koca tabelasında "Kırık Hançer" yazıyor ve üzerinde de kocaman bir el tarafından tutulan hançerin resmi bulunuyordu. Kapı açıldığında yüzlerine vuran mis kokulu baharatlar, iyi pişmiş et yüzünden girer girmez herkesin gözü açılmıştı. Üstelik içerisi kalabalıktı ve insanların birbirleriyle konuşmasından bir şey mümkün değildi. Dışarıdaki yağmur hızlanmış ve hanın duvarlarını dövmeye başlamıştı ama onu bile duymak bir hayli zordu. Tam ortada yanan şöminenin çıtırtısı iç ısıtan cinstendi. Etrafa yayılmış masalar ve alçak tavanlı alan, biralarını birbirine tokuşturan insanların gülüşmeleriyle daha da sıcak bir hal alıyordu.
Hırsız içeri girdiğinde monkun kolunun altından çıktı ve bir an için gözleri parlayarak içeri girdi. Çöl Şehri hanlar konusunda biraz içe kapalıydı. Çok fazla gizli iş döndüğünden karanlık ortamları olurdu. Ayrıca sıcak yüzünden şömine de göremiyorlardı. Bildikleri en iyi han "Akrep" hanıydı ama o da kocaman perdeleriyle içeriyi karanlık bir kutu yapan bir eğilime sahipti.
− Burası çok güzel değil mi?
Monk inci gibi dişlerini gösteren geniş gülümsemeyle hırsıza baktı. Efsuncu bir masaya doğru gitmişti bile. Rafael de bir kere hırsıza baktıktan sonra onun peşinden masaya yerleşmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Hırsızları 2 - "Buz Mavisi Gölge" (Devam Ediyor)
FantasiÇöl Hırsızları birinci kitapta Beyaz Prens ve diğerleriyle savaşarak, Çöl Şehri'nin hakkı olan varisi bulmasına yardım eden ekibimizi bu sefer daha da karanlık anlar bekliyor. Athena yönetimi anlamaya çalışıp, kendini dış şehirlere kabul ettirmeye...