15.Bölüm "İkinci Ekip"

170 24 42
                                    

Salvator sırtını nihayet bir yere yaslayabilmenin rahatlığıyla sadece birkaç saniye gözlerini kapattı. Bu yürüyüş düşündüğünden daha yorucu ve uzun sürmüştü. Üstelik büyüden hiç hoşlanmayan bu orman ve sonrasındaki dağlık alan içinde, sonuca ve bahsedilen yerlere gitmek için yürümekten daha iyi bir ihtimalleri yoktu.

Sonra hemen yanına birinin iç çekerek oturuşunu hissetti ve gözlerini hafifçe araladı. Yan gözle gördüğü kişi de beklediği değildi. Hırsız, bağdaş kurmuş ve kendisi gibi o da sırtını duvara yaslamıştı. Bu yürüyüş herkesin önce belini ve sırtını rahatlatmak istediği bir yorgunluğu beraberinde getirmişti. Buna oranla savaşlar daha rahattı. O kadar farklı ve çok hareket etmeniz için imkan olurdu ki, fiziken yorulduğunuzu anlamanız oldukça uzun zaman alırdı.

Nişancı, sarayda yaşadıkları an nedeniyle hırsızla konuşmak konusunda da biraz temkinliydi. Bunu yapmayı pek istemiyordu çünkü şu an onun bu haliyle neye nasıl yaklaşacağını kestirmek de bir hayli zordu. Gerçi gözü Rafael’de gibiydi ama kim bilirdi… güçlü ve tek olmaya alışmış tüm kadınlar gibi tek bir hisse bağlanmaktan hoşlanmıyor olabilirdi. Kadınlar esir alınmaktan nefret ederdi. Kendilerinin esir alan hislerden de hoşlanmazlardı. Erkekler bu yüzden her zaman daha zayıftı. Sirenlerin yaratılmasının sebeplerinden biri de buydu.

- Nişancı benimle hiç konuşmuyor olduğunu fark etmiyorum sanma.
- Hadi canım, hiç alakası yok hırsız. Yürümekten pek hoşlanmam, bu yüzden sessizim.
- Monkla konuşurken öyle değildin ama…
- Peki… konuşalım o halde.

Salvator gözlerini açıp, gözlerini ona çevirmişti. Bu konuda daha fazla içine kapanırsa, daha kötü bir şeylere de neden olabilirdi. Normal davranmaları gerekiyordu. Monkun söylediği buydu. Hırsız gülümsedi ve başını sallayarak bir süre nişancıya baktı ama sonrasında gözleri etrafta gezinirken konuştu.

- Şifacın nasıl? Ondan haber alıyor musun?
- Elbette. Onun her zaman iletişim için bir yolu vardır. Sadece… dokunmayı özlüyorum.
- Yine ormanda mı kalıyor peki?
- Hayır en son yaşadıklarımızdan sonra daha işe yarar olmaya karar verdiğini söyledi. Bu yüzden Çöl Şehri’ne yakın başka bir kasabada yer alan kışlada askerlere yardım ediyor. Şimdilik canlı bir savaş yok ama olduğundan sanırım ona da katılmaktan onu geri tutamayacağım.
- Güçlü kadınlar, öylece duramazlar.
- Evet, bunun bir hayli farkındayım. Her ne kadar hoşuma gitmese de… ağzımın payını vermişti.

Salvator en azından konunun kendi nişanlısından oluşmasına memnundu. Bu durumda tehlikeli bölgeden çıkıyor olmalıydı. Monk yanlarına yaklaşırken Salvator yeni bir şey söylemediği gibi hırsız da sessizleşmişti. Alexander, nişancının yanında hırsızı görünce önce duraksamış sonrasında Salvator’a bakarak “bir saniye konuşabilir miyiz?” demişti. Tabii ki bu hırsızın hiç hoşuna gitmemiş ve tek kaşını kaldırmasına neden olmuştu ama tek bir kelime de etmeden gözlerini kapayarak yeniden başını duvara yaslamıştı. Salvator yavaşça kendini kaldırıp, yayını duvara yaslayarak monkun biraz daha farklı bir kısma doğru kendini götürmesine izin verdi. Her ne söyleyecekse konu yine ya hırsıza ya Kaşmir’e bağlanacaktı. Belli ki monk bile kafasını henüz marsel taşı davasına tam olarak veremiyordu.

Alexander durup kollarını bağladığında önce neyi nasıl söyleyeceğine karar vermek istiyor gibi gözlerini etrafta gezdirmişti ama nişancı tek kaşını kaldırdığında konuşmaya karar vermişti.

- Nişancı, çok eminim ki Kaşmir rahat durmayacaktır.
- Nasıl yani?
- Yani hırsıza ne olduğunu anlamak, intikam yolu bulmak ya da onu daha önce düzeltebilmek için kafa yoracak ve çok büyük ihtimalle de 7 Mağaralar tarafına gitmeye çalışacaktır.
- Yok artık! Oraya girmesi imkansız, ayrıca canına susamış olması lazım.
- İkincisi evet kendisinin biraz canına susamış olduğunu biliyoruz ama onun girmek isteyip de, girmesi imkansız olan bir yer var mıdır… ben pek emin değilim.

Salvator iç çekerek alnını kırıştırana kadar kaşlarını kaldırıp, birkaç saniye düşündü. Bu kadar delirmiş olmayacağını umuyordu ama monkun dediğinde haklılık payı olabileceğinin de pekala farkındaydı. Her şey olabilirdi. Her şeye kalkışabilirdi. Bir şehir dolusu adamı bir gecede öldürebilirdi ama ne uğruna yapacaktı? Neleri feda edene kadar gidecekti? Önemli olan buydu.

- Peki benden ne istiyorsun monk? Nasıl yardım edebilirim?
- Bence sen gidebilir ve ona eşlik edebilirdin. En azından biriniz daha az deli olursa içim rahat ederdi.
- Daha ez kısmı için ne düşünmem gerektiğini bilemedim ama efsuncu buna hayatta izin vermez. Ekip zaten eksik.
- Onu ben hallederim. Fakat yine de as olan senin bunu ne kadar istediğin?
- Ben bunu gözümü kırpmadan yaparım, biliyorsun. Saraya yeminlerimi ciddiye alırım. Geleceğin kralı için de bu geçerli.

Monk gülümserken elini nişancının omzuna koydu ve başını salladı. Salvator’u da herkes kadar tanımaya başlamıştı ve hem fedakar hem de cesur olduğunu zaten görmüştü. Üstelik ilginç bir şekilde tarihinde bir sürü suikastçı cesedi bırakmış olan biri için Kaşmir’e de bir hayli yakındı. Bu da işi daha iyi ve monk için onu daha güvenilir kılıyordu.

- Zaten bu cevabı vereceğinden hiç şüphem yoktu. Sadece bu yolu geri dönmen gerekecek. Sana bir iksir vereceğim. Orman sınırından çıktığın an bunu kullanırsan bir şekilde gitmen gereken yer için açılan kapıyı görebilirsin.
- Pekala monk, efsuncunun benden öç almasını engelleme konusunu sana bırakıyorum. Ayrıca rica ediyorum şu druid konusunda da hırsıza göz kulak ol. Suikastçı bu konuda çok hassastı.

Monk gözlerini devirirken başını salladı. Kaşmir’in her konudaki duruşunu anlayabilirdi. O hep böyleydi ama Salvator’un, suikastçının sözünü bu kadar ciddiye almasına inanamıyordu. Bu iş hem güzel hem de kötüydü. Güzeldi çünkü aslında bu, nişancının ne derece ekibe ait olduğunu gösterdiği anlamına geliyordu. Kötüydü çünkü ekibe suikastçı olan bir deli yetiyordu. Bir de başka bir delinin olması işleri kolaylaştırmayacaktı. Ama hiçbir zaman işler zaten kolay olmazdı. Bu yüzden monk, bu gibi durumları büyütmemeyi her zaman daha doğru buluyordu.

- Pekala nişancı o zaman şimdiden iyi şanslar. Çok rica ediyorum öleyim falan deme. Bu vicdan azabıyla yaşayamam.
- Yapma monk. Ben bir savaş adamıyım. Kader ne zaman isterse ölürüm ve bunun kesinlikle seninle bir ilgisi olmaz.

Salvator malzemeleri için ilerlerken, monk da bir süre daha onun arkasından bakmıştı. Her zaman yaptığı şeylerden emin olurdu ama bu kez içinden bir ses, artık hiçbir konuda o kadar emin olmaması gerektiğini söylüyordu. Zamanında Safir’i canlandıramayacaklarından da çok emin olmuştu ve neler yaşadıklarını beraber görmüşlerdi. Onun bu düşüncesindeki hata yüzünden Tori de ölmüştü. Belki de nişancının sözlerinde bir haklılık payı vardı. Bazı şeyler kaderdi ve bu konuda ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar daha fazlasını yapmak mümkün olmuyordu.

Fakat elbette tüm bunlar geride kalmıştı. Artık ileriye bakmak zorundaydı. Ne kadar yaşaması gerekiyorsa hepsini bir şekilde Safir’i yeniden düşünmeden geçirmeye çalışması gerekiyordu. İşkolik bir adam olarak bilinirdi daha hiçbir şey görmemişlerdi.

***

Kaşmir siyah deri eldivenlerini ellerine geçirirken sakindi. Hazırlık yapmak onu düşünmeye zorlardı. Bu sayede planlarını da daha detaylı tartıyordu. Ancak bu sefer o kadar ince bir planı yoktu. İşin kötüsü de buydu. Bu hareketi nasıl yapabiliyor olduğunu bilmiyordu. Oraya girip sadece birkaç dakika içinde öldürülebilirlerdi. Ya da gölgelerin değişim süresince onu mecbur ettikleri bu öfkenin bir anlamı olmalıydı ve işe yaramalıydı. Ne olurdu kestiremiyordu. Ancak en net bildiği şey ekibe hiçbir şey olmasına izin vermeyecek olmasıydı.

Aklı hırsızdaydı. Onun neler yaptığını düşünmeden duramıyordu. Bu yüzden sürekli aksiyon içinde kalması daha iyiydi. Eldivenler eline iyice oturduğunda kemerini sıktı ve hançerlerini yerleştirmeye başladı. Orası büyücülerin yaşadığı bir yerdi ve rüya büyücüleriyle dolu olduğunu zaten biliyorlardı. Kaşmir’in bu işi çözmek için öncelikli gideceği yer de bu yüzden burasıydı.

Arsen içeri girip sakince konuştuğunda, suikastçının hazırlık işi de bitmişti. Bakışlarını ona çevirmemiş olsa da zihni biraz sakinlemiş ve dikkati ona kesilmişti.

- Patron, biz hazırız.
- Tamam, geliyorum. Hemen çıkıyoruz.

Tez canlıydı, sabırsızdı ve bir insanın başına gelebilecek tüm kötü duyguları aynı anda hissediyordu. Bu yüzden daha fazla bekleyemeden de önden gönderdiği adamlarının arkasından kendini atıvermişti. Tabii bu süre boyunca başka bir efsuncudan portal için yardım almıştı. Neyse ki onu çocukken büyüten mentoru bir efsuncuydu ve çevresin de az da olsa insan bulundurmuştu.

Neredeyse tek kelime edilmeden kendilerini tilki ağacının orada bulduklarında hava karanlıktı. Toplam beş kişilerdi. Ekibe dahil olan diğerlerini sadece simayen biliyordu. Ancak şu an ne yeni tanışmak ve konuşmak için enerjisi, ne de merakı vardı. Efsuncunun geldiğini biliyordu çünkü portal açılmıştı ancak kendini göstermiyordu. Bazı efsuncular gizemde ve karanlıkta kalmaktan hoşlanırlardı. Önemli olan işlerini yapabilmekti.

Tek tek atlayıp, 7 Mağaralar girişinin önüne geldiklerinde, soğuk havanın tüm vücutlarına işlemesiyle kalmışlardı. Burası yer altınının derinlerinde bulunan bir mağaralar grubuydu. Elbette ki soğuk olacaktı. Ancak aynı zamanda krallarına ulaşmanın en zor olduğu alanlara da sahip olduğu anlamına geliyordu. Ana kapı girişine doğru giderken önlerine çıkan iki askerle karşı karşıya kalmışlardı. Adamlar belki de iki katları kadar iriydiler. Kaşmir daha ayaklarını basar basmaz fark edilmiş olmalarından mutsuz iç çekmek istese de ekibin etkilenmemesi için sabit kaldı. Ancak çok kısa bir zaman içinde iki ok, adamların gözlerinden içeri girip, beyinlerini parçaladığında suikastçı da kendinden emin bir şekilde okların geldiği yöne hızlıca başını çevirdi. Sonra gördüğüne şaşkın bir şekilde gözleri kısılmıştı.

Nişancı hızlı ve seri adımlarla onlara yürürken tek kaşını kaldırdı.

- Daha giriş kapısından görülürseniz, krala nasıl ineceksiniz?
- Nişancı… senin burada ne işin var?
- Monkun selamı var. Rahat durmayacağından bir hayli emindi. 

Kaşmir bu yolculuğa çıktığı andan beri belki de ilk kez o ünlü çarpık gülümsemesine kavuşmuştu. Alexander’ın onu ne kadar iyi tanıdığını her zaman biliyordu ve nişancının ona destek olmak için yanına gelmiş olması da durumu daha iyi yapmıştı. Kendini güvende hissettirmesinin iki nedeni vardı. Samimiyetine güveniyordu. İlki buydu. Ancak diğeri daha önemliydi. Şu an ekipteki genç yaştakilerle dikkatli olma zorunluluğu daha fazlaydı ancak Salvator yılların savaşçısı olarak onun kadar hızlı karar alıp, uygulayabilen kurnaz bir adamdı. Üstelik nişancılar her zaman daha fazlasını görebilirlerdi.

Kaşmir bir süre sonra hızlıca ciddiyetine kavuştu ve kollarını bağlayarak giriş kapısının bağlı olduğu mağara duvarlarına yaslandı.

- Bizi nasıl fark ettiler bilmiyorum.
- Fark etmediler. O standart bir andı suikastçı. Kapılar sürekli korunur. Her zaman denk gelmek zorunda olacaktın, sadece bunu bile bilmeden içeri girmeye çalışmanı anlayamıyorum.
- Bence neden olduğunu anlıyorsun ama saçma da bulamadığın için beni daha keskin eleştiremiyorsun.

Salvator öne kaşlarını kaldırmış ve öylece durmuştu ama sonrasında onu o kadar haklı bulmuştu ki sadece başını sallayarak sadağını düzeltti.

- Yanımda efsuncunun yola çıkmadan güçlendirdiği oklarımdan da var, büyük bir yangın da çıkarabiliriz, eğer ihtiyacımız olursa.

Kaşmir bunu duyduğuna memnun bir şekilde nişancının omzuna dokundu ve sonra dikkatle kapının arkasına kulak kesildi. Burası mağaranın en büyük girişi olmalıydı çünkü en azından üç tane uzun adam boyundaydı ve bir hayli de genişti. Mağaranın doğal karanlık rengine uyum sağlayan yeşil-mavi ahşaptan yapılmıştı. Ancak o kadar kalın ve öylesine güçlü bir işçilikle yapılmıştı ki, nasıl girileceğini anlamak zordu.

- Söylesene nişancı burayla ilgili neler biliyorsun?
- Burası kraliçe Hera’nın da çok ilgi gösterdiği bir krallık suikastçı. O yüzden bir dönem sarayda çalışmış herkes biraz 7 Mağaralar’a hakimdir. Bu kapı özel bir büyüyle korunuyor mesela, onun açılmasını beklememiz gerekiyor.
- Açılıyor mu?
- Evet günde dört kez. Çıkışlar belli saatlerde yapıldığı içinde bu konuda çok kuralcılar.

Arsen ikisinin arasında konuşmaya dahil olunca, ikisinin de bakışları ona döndü. Ancak eleştiriler değildi daha çok onun orada olduğunu yeni hatırlamış gibiydiler.

- Nasıl yani, şehirden istedikleri zaman çıkamıyorlar mı?
- Hayır. Çıkamıyorlar. 7 Mağaralar saldırıya açık bir krallık. Üstelik maden zenginliği ve büyücü durumu nedeniyle de diğer krallıkların genel de gizli arzularında da yer alır. Fırsat oluşursa, herkes buraya üşüşür. Kral Artemis’in bu kadar saldırgan ve sinsi olmasının sebebi de bu.

Arsen anladığını belli etmek için başını sallarken Kaşmir kollarını bağlayarak kaşını kaldırmıştı. Kimse bu ülkenin neler yaşadığını ona anlatamazdı. Çöl Şehri yüzyıllardır başka diğer şehirlerden ve krallıklardan daha çok şey atlatmıştı.

- Empati mi duyalım istiyorsun?
- Hayır. Çocuk sordu anlatıyorum. Hadi ama suikastçı şu huysuzluğuna ara ver de işimize bakalım.

Kaşmir omuz silkti ve gözlerini devirdi fakat bu cümlesinde haklılık payı olduğunu biliyordu. Kendine hakim olamıyordu içinde bir öfke sürekli onu ateşe veriyordu ve zaten bunun ona hissettirdiğinin çok azını yansıtıyordu. Cehenneme atılmış gibiydi. Bu histen hızlıca kurtulmak için her şeyi verirdi.

Bir süre sonra, kapı şehrin çıkışlarının yapılması için açıldığında, herkes içeri nasıl gireceklerine hala karar vermemişlerdi çünkü aslında düşündüklerinden daha kalabalık bir çıkıştı bu. Çok kolay fark edilirlerdi. Yanlarında bir büyücü, druid ya da bir efsuncu olmaması konusundan çok mutsuzlardı. En iyisi monk olurdu ama onu da başaramamışlardı. Plan yapılmadan alınmış bir aksiyondu ve ekip eksikti.

- Suikastçı senin daha akıllı olduğunu düşünüyordum. Bir druid ya da monk bulamadın mı? Bilmiyorum yani çevren de bir hayli genişti halbuki.
- Sus nişancı, düşünmeye çalışıyorum.
- İşte diyorum keşke buraya atlamadan düşünseydin.
- Sus dedim hani onun neresini anlamadın!

Aralarında fısıldaşarak tartışırlarken, geride kalan ekip de çaresizce bekliyorlardı. Sırtlarını duvara yaslamış öylece duruyorlardı. Ancak Arsen, hemen önünde beliren yeşil cübbeli kadına hayranlıkla bakakaldığında, diğerleri de bu bakışın nedenini anlamak için hareket etmişlerdi. Nişancı ve suikastçı hala kapıya dönük bir şekilde aralarında karar vermeye çalışıyorlardı. Sonra kadının cübbesi inmiş ve hafif gülümsemesi genç suikastçıları yine kendinden geçirmişti ama onlara susmalarını söylerken adım adım nişancının yanına doğru yaklaşmaya devam etmişti. Kızıl saçları mükemmel bir şekilde parlıyordu. Her zaman ışıl ışıldı.

- İki aptal adam olarak, neye karar vermeye çalışıyorsunuz bilmiyorum ama size iyi bir haberim var, çok güzel iksirlerimle geldim. Kapıdan görünmeden geçmeniz için işe yarar sanıyorum.

Salvator bir an için o kadar hızlı dönmüştü ki, omzundan düşen sadağı da suikastçının karnına çarpmış ve onun bir an nidayla karnını tutmasına neden olmuştu. Ama bu konuda zamanlama ustası olan kendisi olduğunu düşünürken, hiç aklında olmayan birinin bunu daha iyi bir şekilde yapmış olması şaşkınlıktan fazlasıydı.

- Talya! Sen… Burada ne işin var?
- Monkun selamı var, beni de ekibe uygun görmüş, ne dersin sevgilim?


Çöl Hırsızları 2 - "Buz Mavisi Gölge" (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin