Efsuncu öfkeli bir şekilde monka bakıyordu. Alexander bunun geleceğini zaten biliyordu ve hazırlıklıydı. Direnci yüksek bir adamdı. Her şekilde, tüm öfkeleri kaldırabileceğini biliyordu. Ancak efsuncu aslında biraz da bu durumu saygısızlık olarak algılamıştı. İşte asıl o kısım, onun pek yönetemediği bir kısımdı. Çünkü saygı konusunda kendisi de hassastı ve şimdiye kadar bunu delecek hiç bir şey yapmamıştı.
− Ne zamandan beri planlarımın içinde kendi kendine kararlar alıyorsun Alexander? Nişancının bizimle gelmesinin herkes gibi bir sebebi var.
− Biliyorum. Ama Şafak, suikastçıyı biliyorsun... ve...
− Onun sorumsuzlukları yüzünden dünyayı ilgilendiren bir konunun çıkmaza girmesine izin vereceksin yani?
Monk iç çekti ve bir an gözlerini gökyüzüne kaldırıp, ağaçların kapadığı yerden bulutları görmek için çabaladı. Haklıydı. Bunun daha büyük bir plan içinde hatalı bir tavır olduğunu o da biliyordu. Fakat Kaşmir'e bunu yapamazdı. Onun öfkeliyken nasıl hatalar yaptığını milyonlarca kez görmüştü. Her şeyi hiçe sayabilirdi. Bu, işleri daha mı iyi yapacaktı? Bu konuda cevabını beğenmiyordu.
− Ne desen haklısın ama suikastçı geride bırakılmaktan fazlasını hakkediyor efsuncu. Bunu sen de biraz düşün olur mu? Senin düşünme tarzını biliyorum, hedefine bir şekilde gitmeye çabalıyorsun çünkü sizin endişeleriniz tüm dünyanın dengesi. Bunu biliyorum. Fakat benim de arkadaşıma sırt dönmemi bekleyemezsin.
Efsuncu bir süre daha monka sertçe bakmaya devam etti. Sonrasında iç çekip başını çevirdi ve "hayır, bekleyemem" dedi. Alexander için bu bile yeterliydi. En azından yaptığı şeyin mantığına inanmasa da anlamıştı. O, Kaşmir'e kontrolsüz olduğu için kızıyordu. Bu konuda da haklıydı. Onu büyütürken en çok da tüm bu sorunla uğraşmak zorunda olduğunu defalarca söylemişti. Ancak o da, böyle biriydi. Elinden daha fazlası gelmiyordu.
Kaşmir, sahip olmaması gereken bir sürü şeye sahipti. Bir suikastçıydı ancak vicdanı çok güçlüydü. Ancak buna rağmen gücünden hiç bir şey kaybetmemiş, doğru bildiği şeyler için duruşunu hiç bozmamıştı. Monkun onun için tek kelimelik bir şey söylemesi gerekse, diyeceği tek şey "doğru" olduğuydu. Her zaman buna çabalıyordu. En doğrusunu yapmak için kendini iki kat daha fazla yoruyordu. Her suikastçı gibi öldürme makinası olmasını fırsat bilip, ölümü meşru kılmaya çalışmıyordu. O, gerektiğinde gözünü kırpmadan öldürürdü ama bunun için vicdan azabı çekmeyeceği birilerinin olması gerekiyordu. Bu yüzden para kazanma konusunda gençken de herkes kadar iyi olamamıştı. Araştırırdı. Öldüreceği kişinin hayatını bilmesi gerekirdi. Karanlık taraflarını görmesi gerekirdi.
Üstelik şimdi bir de gölgelerin lideri görevini üstleneceği yıllar için değişim sürecine girmişti. Bu da onu hem fizikken hem de duygusal olarak mahvediyordu. Zihni hep doluydu ve öfkesi mütemadiyen kontrolden çıkmaya hazır bir ejderha silahı gibi etrafında dolanıyordu. Bu yüzden de monk tüm bunların içinde mücadele edip, direnen bir karakterin yalnız bırakılmasına karşıydı. Monk da doğruları için ayakta durmayı bilen biri olmuştu şimdiye kadar. Her zaman, olması gerekeni görmek için uğraş vermeyi uğraşmıştı. Onun, suikastçıdan tek farkı bir monk olarak doğalarının zaten buna meyilli olmasıydı. Suikastçının yaptığı çok daha zordu.
− Şimdi ne yaptığını biliyor musun peki?
− İçimden bir ses Artemis'in peşinde diyor. Göreceğiz.
Efsuncu aslında kızgınlıktan çok endişeyle arkasını dönerken, Kaşmir'i kaybetmekten nasıl da korktuğunu bir çok kez ispatladığı gibi şimdi de aynı ifadeye bürünmüştü. Yürürken "salak çocuk" diye fısıldamıştı ancak bununla aslında neyi kastettiğini Alexander da biliyordu. Gözü kara bir adamdı Kaşmir. Ona istemediği bir şeyi yaptırmak imkansızdı. Ona "bekle" demek daha da zordu. Bunu efsuncu da içten içe zaten biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Hırsızları 2 - "Buz Mavisi Gölge" (Devam Ediyor)
FantasyÇöl Hırsızları birinci kitapta Beyaz Prens ve diğerleriyle savaşarak, Çöl Şehri'nin hakkı olan varisi bulmasına yardım eden ekibimizi bu sefer daha da karanlık anlar bekliyor. Athena yönetimi anlamaya çalışıp, kendini dış şehirlere kabul ettirmeye...