Yıkıcı Karar

623 29 22
                                    

Harry gittikçe ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Karanlık her yeri esir almış gibiydi. Bir kaç adım daha ilerledi ve ölüm yiyenleri gördü. Bazıları onlara ihanet eden üç genci tartışıyordu. Onlar böyle tartışırken Lucius Malfoy'un yüzü giderek solgunlaşıyordu. Ama ağzını açıp tek bir kelime bile etmiyordu oğlu için..  Umrunda değilmiş gibi davranıyordu. Harry usulca üzerindeki pelerini çıkardı ve cebine koydu.
"Harry Potter... geldin demek." Diye fısıldadı Voldemort. Bir yandan da elini asasından geçiriyordu. Harry tek kelime etmedi.
"Bana pahalıya patladın... Bütün hortkuluklarımı aldın benden... " diye devam etti Voldemort. " Ben de senin canını alacağım. Seni, sonsuza kadar göndereceğim buradan. Ama itiraf etmeliyim ki, ileride dönüp baktığımda hoş bir anım olarak kalacaksın..."
Harry kalbinin içeride isyan edercesine çarptığını hissedebiliyordu.

"Ama biraz konuşalım seninle ne dersin?" Diye sordu Voldemort. Harry cevap olarak zümrüt yeşili gözlerini kırmızı gözlere kitledi.
"Nasıl hissediyorsun Harry, önca ölümden sonra..  Kendi ayakların ile geldiğine göre, senin için kalıcı hasarlar vermiş olmalıyım." Dedi Voldemort pis bir sırıtışla. Harry yumruklarını öfkeyle sıktı.
"Nasıl hissedildiğini mi merak ediyorsun? Doğru sen hissedemezdin değil mi? Nasıl olsa sen aşk iksiri altında oldun!" Diye bağırdı Harry. Madem ölecekti biraz sinirlendirebilirdi... Voldemort'un kırmızı gözleri öfkeyle kısıldı. Sırıtma sırası Harry'ye geçmişti.
"Ben sana son konuşma hakkını veriyorum, sen onda bile bana laf atıyorsun öyle mi?" Diye sordu Voldemort. Harry'nin bu kadarına da cüret edebilmesine şaşırmış gibiydi..
"Eh, fırsatım varken, seni neden kızdırmayayım?" Diye sordu Harry. Ama bardağı taşıran son damla olmuştu bu. Oynayan bir ağız, çakan bir yeşil ışık... Harry için gerisi karanlıktı...

******

Harry gözlerini yeniden açtığında beyaz, kör edici bir ışık onun görmesini engelledi.  Bir süre sonra kendini ışığa alıştırdı ve etrafa bakma fırsatı buldu. Her yer  beyazdı ve Dumbledore da buradaydı. Hemen ayağa kalktı.
"Ben, ben öldüm mü?" Diye sordu Harry şaşkınca. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordu. Dumbeldore derin bir iç geçirdi.
"Ona şimdi sen karar vereceksin Harry."
Harry kafa karışıklığı ile baktı. Bu da ne demekti?
"Ben anlamadım." Diye açıkladı Harry kendini.
"Harry hatırlarsın, Voldemort senin kanın ile hayata geri döndü. " dedi Dumbledore.
"Evet, hatırlıyorum.. " diye cevapladı Harry.
"Sana hayat veren kişiyi öldüremezsin Harry. O yüzden de burada sana bir çeşit lüks sağlandı. Istersen geri dönebilirsin.."
"Peki o?" Diye sordu Harry.

"O da seninle döner. Ama eminim sen onu yenebilirsin..."
"E bu mükemmel! O zaman geri dönmeliyim.." dedi Harry heyecanla. Ama Dumbeldore gülmüyordu. Harry ikinci bir kafa karışıklığı ile baktı yaşlı profesöre.
"Profesör neler oluyor?" Diye sordu Harry.
"Harry, Voldemort aptal değil. O da biliyordu bu kan olayını. O yüzden de sen buraya gelince ölümü seçmen için bir plan kurdu. Tek bilmediği şey, eğer bütün hortkulukları yok edilmişse onun da seninle birlikte öleceği gerçeği. Çünkü o hiç bir zaman senin hortkuluk olduğunu öğrenmedi.." dedi Dumbledore. Her zamanki halinden de yaşlı görünüyordu. Harry daha da bur kafası karışarak baktı.
"Sen her zaman mrs. Granger'ı ondan sakladın Harry. Ne var ki o öğrendi. Eski, çok eski bir büyü yapması için tek gereken onun kanıydı."
"Ama almış olamaz kanını. Yani demek istediğim -"
"Biliyorum Harry. Ama aldı. Malfoy Malikanesinde mrs. Granger'ın kanı, maalesef ki döküldü." Dedi Dumbledore.

"Eski bir büyü Harry. Kendi kanın ve hasmının kanı ile yapılır. Sana burada içeriğini anlatmayacağım. Sadece şunu bil, Voldemort'un kanı hayatta olduğu zaman süresince miss Granger hastalanacak. Tedavisi olmayan bir hastalık. Ölümcül bir hastalık.."
"Ama profesör, onu öldürebilirim. O zaman bir şey olmaz." Dedi Harry çaresiz bir şekilde bakarak.
" Harry unutuyorsun ki, senin kanın Voldemort'un damarlarında geziyor.. " dedi Dumbledore anlayışlı bir ses tonuyla.
"Yani yaşarsam, kendi ellerimle sevdiğimi öldüreceğim. Bu çok... zalimce." Diye geveledi Harry.
"Durumun ciddiyetini anlıyorsundur umarım.. şimdi sana önemli bir soru soracağım, bütün hortkuluklar yok edildi mi?" Diye sordu Dumbledore. Harry yavaşça başını evet anlamında salladı.
" O zaman karar senin Harry... istediğini yapabilirsin, ister dön ve Voldemort'u öldür. İster ikinizi birden öldür.." dedi Dumbledore.

"Bir tedavisi olmalı.." dedi Harry. Sesi çaresizlik ile kısılmıştı. Dumbledore ona anlayışla baktı.
"Üzgünüm ki Harry yapacak bir şey yok."
"Peki ne zaman aktive oluyor? Hastalık?" Diye sordu Harry. Dumbeldore düşünceli bir şekilde iç geçirdi.
"Bilmiyorum.. belki bir hafta, belki bir ay, belki bir yıl... ama eninde sonunda ölümcül ve ağır bir hastalık...özellikle de yakın olmanız bunu daha da kolaylaştırır.."
"Tedavisi mutlaka vardır. Belki birkaç şifalı ot? Belki sihirli bir taş? Sevgi? Sevgi tedavisi belki de sevgi?" Diye sordu Harry heyecanla.
"Akıllısın... Tedavisi bu işte, fedakalarlık.. onun tamamen iyileşmesi için senin kanının tamamen kuruması gerek... sevgi burada devreye giriyor  işte. Kim kimin için bunu yapar?" dedi Dumbledore. Harry acıyla baktı yaşlı profesörüne. Bir yolu olmalıydı. Ama yoktu işte... Dumbledore ona gülümsedi ve tek kelime etmeden arkasını dönüp gitti. Harry, arkasından çaresizlik ile bakakalmıştı...

Harry hiçliğin ortasında tek başına kalmıştı. Bir karar vermeliydi. Kararı zaten belliydi aslında. Asla böyle bir şey yapmazdı Hermione'ye.. Sadece canı yanıyordu. Geri dönebilecekken dönememek... Gözlerini kapattı ve zihnini boşaltmaya çalıştı. Tek yapabildiği kendini daha fazla hırpalamaktı. Çünkü ne zaman gözlerini kapatsa aklına Hermione'nin dolu gözleri geliyordu. Gözlerini yeniden açtı ve dizlerinin üzerine yığıldı. Neden bu kadar zor olmak zorundaydı ki? Zaten bütün iradesini ormana, ölümüne yürümek için kullanmıştı. Neden bir kere daha seçim yapmak zorundaydı? Tek istediği normal bir hayatken bu yaşadıkları adil değildi.  Hayat ona karşı hiç adil değildi. Buna rağmen yüzüne titrek bir gülümseme yerleşti. Annesine, babasına, Sirius'a kavuşuyordu. Sonra da tabi Fred... Onun için sorun olan şey ölmek değildi. Hermione'den ayrılmaktı. Yıkıcı bir karar vermişti. Hermione'yi yıkıp geçecek bir karar... Ama pişman değildi, yine olsa yine yapardı...Tıpkı annesinin yine bir yaşındaki bebeğinin önüne kendini siper edeceği gibi... Asla vazgeçmeyecekti, Hermione'yi delicesine sevmekten.

*******

Şatoda kabarık saçlı kız donuk gözlerini kırpıştırdı ve etrafına baktı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Ne olması gerektiğini. .. Parçalar yavaş yavaş zihnine hücum ederken sessizce oturuyordu. Tepesinde dört genç sinirli bir tartışmanın içerisindeydi ve onun tamamen kendine geldiğini kimse fark etmemişti.
"Bir daha öldüren lanete atlamak yok! Ölebilirdin!" Diye bağırdı Pansy.
"Benim bir parçam orada ölüyordu. Ben sadece kendimi kurtardım.." dedi Ron. Pansy bir şey diyecek gibi oldu ama Ginny tarafından susturuldu.
"Lanet size isabet etmedi! Büyütmeyin!" Diye kesti kavgayı kızıl kız. Hermione tam o anda her şeyi hatırladı. Ölüm... veda... imperio.... Ama eğer lanetin etkisi geçmişse o zaman?
"Hayır..." diye fısıldadı. Dört genç hemen ona dönerken Hermione'nin gözlerinin normale döndüğünü gördüler. Hepsi rahatlama ile nefeslerini vermişti.
"Kim yaptı sana  bunu?" Diye sordu Draco kontrollü bir ses tonuyla. Ama Hermione şoka girmiş gibiydi.
"Lanetin etkisi kalktı... o zaman.... Harry hayır..." Hepsi son söylenen cümle ile gözlerini büyüterek Hermione'ye baktı. Olmuş olamazdı değil mi?




Bir Serçenin Gözyaşı Kadar...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin