6.1

9.3K 634 316
                                    

İnterneti olmayanlar derneği kuracağım hepinizi beklerim wşfledk

Siz bol bol yorum attıkça bölüm geliyor:*

Satır aralarına dikkat.

Hadi gidin okuyun wşflelf

*

Anahtarı kapının kilidinde döndürürken hala tam olarak kendine gelememiş olan Tuna'ya baktım. Bakışları ayakkabılarında, kapıyı açmamı bekliyordu. Nihayet içeri geçtiğimizde hırkamı ve elimdeki şalı portmantoya bırakmıştım. Tuna ağır adımlarla koltuklara doğru ilerlerken ağzımı havayla doldurdum.

Onu zar zor ikna ederek hastaneye götürmüştüm ve ateş düşürücü iğne vurulmuştu. Vücut ısısı normale dönmese de eskisi kadar yüksek değildi. Ardından onu evine bırakmayı teklif etmiştim. Onunla ilgileniyordum çünkü Tuna şu an hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak bitik bir haldeydi. Sürekli etrafa dalgın bakışlar atıyor, mezarlıktaki konuşmalarımızın üzerine tek bir kelime eklemiyordu.

Babaannesi şu anda evinde değildi ve akşam da geç dönecekti. Tuna yanına anahtar almayı unuttuğu için evine gidemiyordu ve şu an gidecek başka bir yeri de yoktu. Bu yüzden onu kendi evime getirmiştim.

Babam ve Sinem abla bir haftalığına Alaçatı'ya gittiği için evde kimse yoktu. Bunlarında ilk kez evlenen çiçeği burnunda çiftler gibi davranmaları biraz sinirimi bozmamış değildi. Normalde Sinem abla ve Can da bizimle bu evde yaşayacaktı ama Sinem abla daha evini satmamıştı. Onlar gelene kadar Can kendi evinde kalıyordu, ben burada kalıyordum.

Tuna'nın yanına ilerleyip elimi yine yanağına yerleştirdim. Ateşi hala vardı. Aniden aklıma mezarlıkta kurduğu cümle geldi.

Bu, benim ilk yanışım değil. Antrenmanlıyım yani.

Düğün günü terasta söylediğim şeyleri bana kullanmış, beni sus pus etmişti. Zaten bir şey demek de istemiyordum, çıkacak herhangi bir tartışmayı kaldıracak halde değildi çünkü.

"Ateşin hala düşmemiş. İstersen, ılık bir duş al. Sana babamın kıyafetlerinden bir şeyler ayarlayabilirim." Bakışlarını halıdan alıp bana çevirdi ve dudakları gülümsemek için yukarı doğru kıvrılmaya çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü şu an gülmek istemediğini biliyordum ve surat ifadesi biraz eğreti durmuştu.

"Teşekkür ederim." Neyin teşekkürüydü bu? Mezarlıkta onu yalnız bırakmadığım için mi, hastaneye götürdüğüm için mi yoksa duş almasını söylediğim için miydi?

"Beni yalnız bırakmadığın için. Bunu yapmak zorunda değildin." Elimi önemli değil dercesine salladım.

"Yaşadığın şey kolay değil. Ve her ne kadar sinir bozucu biri olsan da hasta olmuş birini öylece bırakamam." diyerek omuz silktim. Bir şey demeyip başıyla onayladı.

"Duş alacak mısın?" Yine kıpırdamayan dudaklar ve bir baş hareketi... "Banyo yukarıda koridorun sonundaki kapı. Sen duş alırken ben de sana giyecek ayarlayayım."

Konuşmak istemeyişini anlıyordum. Ki yaşadığı travmalar göz önünde bulundurulduğunda verdiği tepkiler hiç de vahim değildi. Ama üzüldüğüm nokta ağlayamamış olmasıydı. Çünkü insanlar içlerinde yaşadığı duygu patlamasını göz yaşlarıyla dışarı vuran varlıklardı. Eğer dışarı vuramazsa o duygu patlaması insanın içini kemirirdi. Acaba ona soğan falan mı doğratsaydım? Düşüncemin saçmalığına göz devirmemek için kendimi tutup elimle önden ilerlemesini işaret ettim.

Onun banyoya girmesiyle uzun zamandır uğramadığım babamın odasına girdim. Babamla ilişkim tuhaftı. Bazen çok iyi bazen fazla limoniydi aramız. Hiçbir zaman ortası olmamıştı. Siyah bir eşofman altı ve gri uzun kollu tişörtü elime alıp çıktım odadan. Babam Tuna'ya kıyasla daha iri biri olduğu için bunlar üzerine bol gelecekti muhtemelen.

Elimdekileri çoktandır bir misafirin adım atmadığı misafir odasındaki yatağa bıraktım. Üzerini burada değiştirmesi daha rahat olacaktı. Banyonun kapısına iki kez tıklatıp kıyafetleri koyduğum odayı söyledim ve aşağı indim. Adımlarım benden habersiz mutfağa ilerlediğinde midem, sabah kahvaltısı dışında hiçbir şey yemediğimi hatırlatmıştı.

Makarna için yarısı suyla dolu olan tencereyi ocağa yerleştirdim. Tuna için de tavuk çorbası yapabilirdim. Tavuk çorbasından pek haz etmediğim için hazır çorbayı diğer tencereye boşaltırken yüzümü buruşturdum. Maalesef Tuna hasta olduğu için katlanacaktı bu çorbaya.

Tuna'ya olan tavırlarım kolay kolay düzelmeyecekti. Bugün ve önümüzdeki birkaç gün bahsettiğim istisnai durum içerisindeydi. O yüzden sürekli bunu düşünüp kendimi yıpratmak istemiyordum.

Kaynayan suya makarnayı koyduktan sonra çorbanın altını kısıp kaynamaya bıraktım. Masayı hazırlarken adım sesleri duyunca bakışlarım merdiveni buldu. Üzerindekiler tahmin ettiğim gibi bol gelmişti ama kötü durmuyordu. Ellerini nemli saçlarına atıp bana baktı.

"Bir sorun mu var?" Aslında birden fazla sorunun olduğunu biliyordum ama bakışlarındaki anlamlandıramadığım ifade merakımı kamçılamıştı.

"Benimle istemeden ilgilendiğinin farkındayım," dedi kaşlarını çatarak. Ciddi durma çabası gözlerindeki utanmış ifadeyi gizleyemiyordu. Aramızın iyi olmadığını ikimizde biliyorduk. Hatta bizim aramız bile yoktu. Neydik ki biz? Hiçbir şey.

"O yüzden bunu daha fazla devam ettirmemize gerek yok." Hırkasını eline aldığını görünce hızla yanına gittim. Tamam, belki şu an ona yardımcı olmaya çalışmam çok saçmaydı ama...

Lanet olsun ki içimde hala ona karşı bir şeyler vardı ve bunu kendime bile itiraf edememekten yorulmuştum. Gözlerimin dolduğunu hissedince ona durmasını söyledim.

"Eğer gerçekten istemeseydim hiçbir güç beni sana yardımcı olmak için zorlayamazdı." Yalandı, kalbim zorluyordu.

"Bu yüzden o elindeki hırkayı bırak ve masaya geç." Derin bir nefes aldım. "Evet, şimdilik senin yanındayım. Çünkü sen beni bir keresinde yanıltmış olsan dahi..." Gözlerimiz buluştu. "Şu an benim yerimde olsan sen de aynısını yapardın."

*

Set aşkı diye bir texting yayınladım. Burdan oraya da uğrayabilirsiniz :*

Tuna mı?

İrem mi?

Ben mi? Eşdlwlf

SISKA || textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin