Küçükken astronot olmak isterdim.
Bu öylesine bir çocukluk hevesi değildi, ciddi bir şekilde on altı yaşımın altıncı ayının üçüncü gününe kadar bunu düşünüp meslekle ilgili çokça araştırma yapmıştım. Öncelikle tam bana göre bir meslekti çünkü yalnız kalmayı severdim. Bazen içimde bilmediğim bazı hisler olurdu ve onların sessiz ve kimsenin göremeyeceği bir yere saklanıp öylece beklediğimde kendiliğinden geçtiğini fark etmiştim. Bu çözümü bulalı epey zaman geçmişti.
Orada kimse olmaması benim için güzeldi. Çok fazla insandan hoşlanmazdım.
Astronotluktan vazgeçmemin nedenini kendimde bulamamıştım. Bir sabah uyandığımda elim biraz yatağın dışındaydı ve yüzüm de duvarımın üstten 19 alttan 23 sağ yandan 29 sol yanından ise 29.2 santimetrelik yanını boş bırakacak şekilde asılmış olan uzay konseptli duvar halıma dönüktü, dudaklarım biraz aralıktı ve sol tarafıma yattığım için sol omzum biraz acıyordu. Tam o anda astronot olmaktan vazgeçmiştim.
Beni neyin vazgeçirdiğini bilmiyordum.
"Jeongguk?" Bana seslenen Jimin'e baktım. Elindeki kitabın arasına sağ elinin baş parmağını koymuştu ve oturduğu sandalyede bana doğru eğilmişti. Gözleri bir sağa bir sola gidiyor -onun sağı ve soluna göre- birazcık gülümsüyordu.
Kütüphanede konuşmanın hoş bir davranış olmadığını düşündüğüm için ona sesli bir cevap vermek yerine sadece baktım. Jimin böyle yapınca sözsüz bir cevap olduğunu söylemişti. Sanırım biraz kaşlarımı da kaldırmam gerekiyordu ama yapmadım.
"Taehyung sana bakıyor."
Birkaç saniye boyunca Taehyung dediği kişinin kim olduğunu düşündüm. Bulamayınca merak ederek ona dönüp fısıldayarak sordum. "Taehyung kim?"
Jimin gülümsedi. "Sana kıyafetini veren çocuk vardı ya hani, mor saçlı."
Hatırlamıştım. Başımı salladım aşağı ve yukarı olacak şekilde. Sonra ise onun on iki dakikadır baktığı yere bakmak için arkamı döndüm. Dönmemle gördüğüm mor saçlar bana kötü hissettirse de gözlerimi onun gözlerine odaklayınca sorun olmadı. Gülümsedi ve el salladı. Ben hiçbir şey yapmadım.
"Öyle bakılmaz ki."
"Neden?" dedim önüme dönerek. Jimin arkamda tam olarak saat dört yönüne bakıp gülümsedi ve el salladı. Sonra gülümseyerek bana döndü.
"Üzüldü bence,"
"Neden?"
"Sen ona gülümsemediğin için."
Anlamamıştım.
"Anlamadım, neden gülümsemeliyim?"
Jimin ellerini yanaklarıma koyarak biraz dairesel hareketlerle onun sevgi gösterisi adını verdiği birkaç hareket yaptı. Soruma cevap vermemişti ve bunu aslında çok yapmazdı. Benim cevabını alamadığım soruların beni üzebileceğini söylemişti bir keresinde ve bunun da öyle bir şey olup olmadığını sorguladım.
Taehyung'a neden gülümsemeliydim?
Onu tanımıyordum. Kötü bir niyeti olabilirdi veya beş gündür ona kıyafetlerini geri götürmediğim için bana kızgın olabilirdi. Bana vurabilirdi.
"Jimin. Sorumu cevaplamadın."
"Gülmelisin çünkü bu güzel bir şey."
Yine anlamamıştım. Güzel olan her şeyi yapmak zorunda mıydık? Değildik. Güzel olan çoğu şey zararlı olurdu, çikolata gibi, annem küçüklüğümden beri böyle söylemişti ve ben de buna inanıyordum. Gülümsemek her zaman güzel sonuçlar doğurmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
louder than bombs | taekook ✓
Short Story[🍓🌟] "...ben, jeon jeongguk, insanların normal kalıbını reddedip kendi düşüncelerimde çilek kokulu kim taehyung'u çok sevmiştim. her ne kadar onu sık sık üzsem de onun da beni sevdiğini gözlerindeki yıldızlardan anlıyordum..." -jeon jeongguk'un gü...