Bölüm 8: Zamanı tutmak

705 35 5
                                    

 "Zamanı tutmak isterken boşluğun içinde kayboldum..."

 Kendinizi hiç çaresiz hissettiniz mi? Daha önce hiç eliniz kolunuz bağlı bir yangının ortasına atıldınız mı? Ben atılmıştım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

 Kendinizi hiç çaresiz hissettiniz mi? Daha önce hiç eliniz kolunuz bağlı bir yangının ortasına atıldınız mı? Ben atılmıştım... Şuan ellerim bağlı bir yangının tam orta yerine atılmış yanmayı bekliyordum. İstersem kaçabilirdim ama kaçmıyordum, yanmak istiyordum. Yana yana kül olmak, sonrada o küllerimden tekrar doğmak istiyordum. O yangının içinde ben vardım ve o yangını alevlendiren de bendim. Kendimi öldürüyordum... 

 Peki, ölmek için hangi seçeneği seçmeliydim? Selim'in teklifini kabul edip tek başıma Ankara'ya mı dönmeliyim, yoksa burada meraktan ölmeli miyim? 

  "Kabul ediyorum Allah'ın belası, tamam... Ankara'ya döndüğümde babamı nasıl bulacağım?" Ve bu benim ölüm fermanımın imzalanmasıydı. Kendi ölüm fermanımı kendim imzalıyordum.

 "Ben zaten Ankara'ya varmak üzereyim. Yani sen geldiğinde ben çoktan tren garında seni bekliyor olacağım, pamuk şeker." Yutkundum. Bu saatte evden çıkarsam fark edebilirlerdi, henüz Ezgi ve Uğur uyumamışlardı. Şuan çıkamazdım.

 "Tamam ama şuan çıkamam, daha Ezgi ve Uğur uyumadılar. Saat dört buçukta..."

"Peki... Tren garında görüşürüz pamuk şeker." Dıt, dıt, dıt... Telefon suratıma kapanınca sinirle telefonu yatağın üstüne fırlattım. Yine yapmıştı yapacağını. 

 Selim, babamın borcunu istemiyordu. Savaş istiyordu... Amacı para değil, babama üzüntü yaşatmaktı. Ruhen babamı öldürmek istiyordu. Babamı bitirmek istiyordu. Ona acı çektirmek için de benim canımı yakmak, benim canımı yakmak için ise ona acı çektirmek istiyordu. Bir taşla iki kuş tutmak istiyordu...

 Suratım gözyaşlarımdan sırılsıklam olmuş bir halde yatağımın üstünde sessizce ağlıyordum. Sanki çıkardığım en ufak seste Ezgiler buraya gelecek ve her şeyi anlayacaktı. Yine her şeyi berbat edip işi elime yüzüme bulaştıracaktım. 

 Duvardaki saate baktığımda saatin on ikiye geldiğini gördüm. Dört buçuk saatim vardı... Dört buçuk saat daha burada kalıp bu eve veda edebilirdim. Bu eve, bu sokağa, bu şehre... Veda edemeyeceğim tek şey, bu evdekiler olacaktı. Sessiz sedasız, veda etmeden terk edecektim onları. Bile isteye...

 Ayağa kalkıp bu evde en çok veda etmek istemediğim yere gitmeye karar verdim. Çatı katına... Tahta merdivenin gıcırdamasına aldırış etmeden çatı katına çıktım ve bütün pirinç ışıkları yaktım. Fotoğrafların olduğu yere gidip tüm fotoğraflara dokundum. Tek tek, hepsine... 

 Burada kaldıkça onların başını daha fazla belaya sokacaktım, daha fazla yakacaktım canlarını. En iyisi benim gitmemdi, ait olmadığım bir yerde durmamamdı. Onlar üç kişiydiler ve üç kişi kalmalıydılar. Fazlalık olan bendim.

 Koltuğa oturup üstündeki lacivert battaniyeyi aldım ve sırtıma attım. Yine Ezgi'nin o çilekli parfümlerinden biri gibi kokuyordu. En son Ezgi bu battaniyeyi kucağına almıştı ve kokusu battaniyeye sinmişti. 

FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin