1.BÖLÜM
Yazar; Özge Meral
Transfer olmaktan nefret ediyordum. Her yeni okuluma girdiğimde insanların henüz ortaya çıkmamış farklı bir türü görmüş gibi gözlerini üzerime dikmelerinden nefret ediyordum. Yüzlerce bakış altında yargılanmaktan ve yeni çocuk esprilerinden nefret ediyordum. Ama en çokta asla bir yere ait olamamaktan nefret ediyordum. Hiç arkadaşım yoktu. Çünkü arkadaş demek sırlar demekti. Eğer bir arkadaş edinirsem beni tanımak isterdi. Benim asla cevaplayamayacağım sorular sorardı.
Bu yüzden hayatımın her döneminde yalnızdım. Yalnız olmayı seviyorum. İnsanları alanıma dahil etmeden yaşamayı ve kimsenin bilmediği sırlarıma yenilerini eklemeyi seviyorum. Ama transfer olmak her şeyi boka sardırmak dışında hiçbir işe yaramıyor. Derin bir nefes alıp masamın üzerindeki kitapları toplamaya başladım. Bakışlarım pencerenin ardından dağılan kalabalığa kaydı. Sınıftan hala çıkmamış birkaç kişi bana bakarak kendi aralarına konuşmaya devam ediyorlardı. Umursamadım. Eskimiş çantamı sırtıma geçirip boşalan okul koridorlarından geçmeye başladım. Döndüğüm koridorun karşısındaki panoda “ Okul, bilgi yuvasıdır. Okul sizin evinizdir.” yazıyordu. Gözlerimi kısıp panoya orta parmağımı gösterdim. Ön bahçeden geçerken her okulun sahip olduğu hovarda erkek grubunun bakışlarıyla karşılaştım. Uzun kısa, zayıf, şişman, siyah, beyaz herkes yeni çocuğu merak ediyor olmalıydı. İnsanların bende sürekli bir şeyler aramalarını anlamıyordum.
Belirgin bir özelliğim yoktu. Ne sarı saçlara sahiptim ne de dikkat çekici renkli saçlara sahiptim. Renkli gözlerim bile yoktu. Kaslı bir gövde ve uzun bacaklara da sahip değildim. Evet kısa değildim ama 1,78’in pek de dikkat çekici bir boy olduğu söylenemezdi. İnsanların her gün karşılaştıkları sıradan biriydim. Kahverengi saçlarım büyük gözlerimle aynı renkteydi En son bakıldığında bedenim 40 ve 42 beden arasında korkunç bir ikilimde kalmıştı. Zihnim düşüncelerle dolu bir şekilde yürümeye başladım. Yeni evimiz sanki başka hiçbir yer kalmamış gibi şehrin en ücra yerindeydi. İki katlı kocaman bina tarih öncesine ait bir görüntü sergiliyordu ama geçen seferki evimizi hatırladığımda buna şükretmeden edemiyordum.
Henüz bir taşıtım yoktu yani bu tabanlara kuvvet eve kadar bilmem kaç mil yol tepeceğim anlamına geliyordu.
Harika !
Dakikalar uzadıkça hava kararmaya, hava karardıkça rüzgar daha da şiddetlenmeye başladı. Sonbaharın buz gibi rüzgarı ince kot ceketimin altından tenime sızıyor, açıkta kalan yanaklarımı ve ellerimi tehlikeli bir şekilde ısırıyordu. İçimden hayatıma lanet okuyup eski bir markete girdim. En azından içimi ısıtacak bir şeyler alacak kadar param vardı.
Karton kutunun dışına taşan sıcacık kahvenin kokusu donmaya yüz tutmuş burun deliklerimi gevşetirken kahvemden iç yakıcı bir yudum aldım. Hızlı adımlarla karanlık sokakları arşınlarken sıcak nefesimin havada bıraktığı buharı izliyordum. Babamla bir araba almak için yeterince büyüdüğüm üzerine yapacağım konuşmayı aklımda şekillendirirken ana caddeden ara sokağa saptım ve tek bir adım daha atamadan olduğum yere mıhlandım. Duman tüten kahvem parmaklarımın arasından süzülüp acı verici bir yavaşlıkla asfalta döküldü.
Bense hala donmuş bir halde önümdeki manzarayı izliyordum. 6 kişi ellerindeki çivili beyzbol sopalarıyla uzun ve garip bir şekilde heybetli görünen çocuğun etrafını çeviriyorlardı. Bir siyahi adam genç çocuğun kollarını arkasında tutmuş bir diğeriyse sanki çocuk durdurulması güç bir savaşçı gibi bedenini tutuyordu. Buradan bakıldığından karanlık ara sokakta yüzlerini görmek çok zordu ancak genç çocuğun saçlarının rengini diğer herkesten ayırabiliyordum. Saçları kahverenginin tatlı bir tonunda gibiydi. Aralarında sarı tutumlar bulabileceğime yemin edebilirdim. Sessizce geçen dehşet dolu bir dakikanın ardından dikkatimi genç çocuğun saçlarının güzelliğinden ayırıp gerçekle yüzleştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASİ
Fanfiction"Ateşin etrafında dolaşıyorsun , Luhan. Ateş seni yakar. Kül eder... Ben bulaşmak isteyebileceğin biri değilim."