Yazar; Özge Meral
Burnuma dolan jambon ve yumurtanın baştan çıkarıcı kokusuyla yavaşça gözlerimi açtım.
Koku öylesine baştan çıkarıcıydı ki ipek çarşafların arasında olduğumu fark etmesem muhtemelen kokunun peşinden aç bir av köpeği gibi giderdim. Başımı merak ve şaşkınlıkla çevirip, etrafa bakındım.
Burası benim odam değildi. Kahretsin, kendi evim bile değildi.
Korkuyla toparlanıp kalkmak için hareketlendiğimde ensemden alnıma doğru saplanan ağrı ve berbat bir baş dönmesiyle kalktığım gibi ipek çarşafların üzerine yeniden oturdum. İnleyerek elimi alnıma dayayıp düzenli olarak nefes almaya ve mide bulantımı bastırmaya çalıştım. Hastanede değildim. Kesinlikle zevk sahibi birinin döşeyebileceği keskin renklerin dans ettiği bir odanın içindeydim. Odanın içinde devasa, siyah/mor ipek çarşaflarla çevrili bir yatak ve yatağın iki yanında kullanışlı, estetik siyah komidin vardı. Gömme dolap odanın bir duvarını baştan başa çevreliyordu. Yine mor/siyah desenli perdelerin ardından odaya ve yatağa güneş hazneleri düşüyor ve odanın havasına daha kışkırtıcı bir ton katıyordu. Ellerimi karmakarışık saçlarımın arasında gezdirip çatık kaşlarla yavaşça ayağa kalktım. Çıplak ayaklarla kapıyı yavaşça açıp başımı dışarıya uzattım. Ulu Tanrım, en azından kilitli değildi. Boş görünen havadar koridora girip seslerin ve jambonun iç yakıcı kokusunun sızdığı mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Mutfağa girmeden önce cam bir sehpanın üzerinde duran ağır heykeli kavrayıp mutfağın girişine yöneldim. Jambon kokularının dört bir yana dağıldığı mutfağa girmeden önce nefesimi tutup, elimdeki heykeli kavrayan parmaklarımı sıkılaştırdım. Çevik- ve kesinlikle yapmaman gereken bir hareketle içeriye daldığım da az daha yeri boyluyordum. Aniden dönen başımı boşta kalan elimle tutup, kocaman açılan gözlerimle önümdeki manzarayı izlemeye başladım.
Sehun belinden hafifçe düşen kot pantolonu ve üzerine geçirdiği önlükle ocağın başında kırdığı yumurtaları ateşte kızan tavaya dökmeden önce çırpıyordu. Yeni duş aldığını belli eden harika kokusu, alnına dökülen nemli kumral saçları ve çıplak ayaklarıyla nefesimi kesip, kaçmama sebep olacak kadar güzeldi. Perçemlerinin ardından bana çevirdiği kahverengi gözlerindeki parıltılarla önce elimdeki heykele ardından şok içinde kasılan yüzüme baktı.
“ Sonunda uyanabildin. Bu kadar uykucu olduğunu bilmiyordun ama kalkman iyi oldu yoksa seni sürükleyerek getirmek zorunda kalacaktım.” Çırpmayı bitirdiği yumurtayı kızgın tavaya dökmeden önce başını yeniden bana çevirip alayla gülümsedi.
“ Dekorlarımı beğenmene sevindim ama önce yemek yesek.” Bakışlarımı elimdeki ağır heykele çevirip şaşkınlığın üzerimden gitmesini ve mantıklı bir şekilde düşünebilmeyi denedim. Sehun'un önlüğün altında çıplak kalan tenini ve sımsıkı kaslarını düşünmemek için ne gerekiyorsa o lanet şeyi yapmayı diledim.
“ Ben… Ben buraya nasıl geldim ?” dedim çatık kaşlarla yüzümü yeniden yukarıya kaldırırken. Elindeki spatulayı kızarmakta olan yumurtanın kenarlarında gezdiriyordu.
“İmpala’mla.” dedi bana bakmadan. Elimdeki heykeli daha sıkı kavradım. Gerekirse… Evet, gerekirse şiddet kullanırdım.
“ Buraya nasıl geldim ?” dedim daha yavaş ve tehditkâr bir tonla. Yumurta tavasını ocaktan kaldırıp hafifçe salladı. Tavanın içinde yumurta kayarak Sehun'un hareketlerine ayak uydururken Sehun tek bir hareketle iyice katılaşıp kızaran yumurtayı havaya attı ve yere düşürmeden ya da milim kaydırmadan yeniden tavanın içine düşmesine izin verdi. Lanet olsun, bunu defalarca denemiş ve bir kez bile yapamamıştım ! Yumurta tavasını yeniden ocağa koyup, yavaş, çok yavaş bir şekilde bana doğru döndü. Bakışlarımı kaslarla çevrili göğsünden ve güneşin hafifçe vurduğu parlak teninden ayırmaya çalışarak gözlerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASİ
Fanfiction"Ateşin etrafında dolaşıyorsun , Luhan. Ateş seni yakar. Kül eder... Ben bulaşmak isteyebileceğin biri değilim."