Yazar; Özge Meral
Yalnızlık. İnsanların fark etmediği en önemli nimettir yalnızlık. Mutlu olmak için başkasına ihtiyacınız olmadığı o dünya sahip olduğumuz en güzel yerdir aslında. Çünkü kalbinizin kapılarını birine açtığınız anda bir daha asla yalnız olmazsınız. Aşkı tattığınız anda küçücük mutluluklarınız en büyük acılarınıza sebebiyet verebilir. Aşk sizi mutluluktan uçurabilir ,mahvedebilir, yüceltebilir ya da yerin en dibine sokabilir.
İngilizce sınıfından çıkıp ağır adımlarla koridorda yürümeye başladığımda zihnimde dolanan anıları öfkeyle derinliklerime iteledim. Yüzüme günlendir taktığım duygusuz maskeyi geçirip yanımdan geçenlere aldırmadan matematik dersinin yapılacağı sınıfa doğru yöneldim. İster altıncı his deyin ister tesadüf, kimi göreceğimi bilerek başımı yukarıya kaldırdım ve aramızdaki onlarca kişiye rağmen taptığım kahverengi gözlerle karşılaştım. Hayır.
Ona bakmak istemiyordum. Ona baktığımda içimin acımasını istemiyordum. Gözlerime dolan lanet gözyaşlarını ya da özlemle tenini arayan ellerimin karıncalanmasını istemiyordum. Kalbimin böyle çarpmasını, tıpkı önceden olduğu gibi tek bir bakışıyla yanıp kül olmak istemiyordum ama kendime engel olamadım. Bu süratle üzerime gelen bir tankı görmezden gelmek gibiydi. Yavaş adımlarla koridorda birbirimize doğru yürürken özlemle yanan gözlerimi üzerinde gezdirdim. Sarı saçları her zamanki dağınıklığıyla yüzünün dört bir yanına düşüyor, güzel tenini güneşten kopup gelen parçalarmış gibi çevreliyordu. Bedenini saran kıyafetleriyle her zaman ki gibi muhteşem görünüyordu. Tehlikeli ve ölümcül derecede cazibeli.
Bedenlerimiz gittikçe yaklaşırken başımı yeniden önüme çevirmeden önce kahverengi gözlerdeki duyguların içinde kayboldum. Orada, o buz gibi çelikten yapılmış umarsız maskesinin ardında acımı körükleyen acısını görebiliyordum. Aramızdaki metreler santimlere inerken, basketbol takımından iki kişi gürültü kahkahalarıyla aramızdan geçti. Kucağımdaki kitaplarımı daha sıkı kavrayıp ezercesine göğsüme bastırdım.
Yanından geçip gitmek için derin bir nefes alırken “ Hala giyiyorsun.” dedi boğuk sesiyle. Yalnızca sesini duyduğum halde neden dizlerimin bağı çözülecekmiş gibi hissediyordum ?
Olduğum yerde kalıp koridorun ucuna bakmaya devam ederken “ Eldivenlerin.” diye mırıldandı. “ Onları hala giyiyorsun.” Gözlerimi kapatıp içimdeki acı dolu kabuğa çekilmemek için dişlerimi sıktım.
“ Eldivenlerimin olmadığını biliyorsun. Bunlar tek eldivenlerim.” Boğazından hırıltılı bir ses yükseldi. Başını çevirip bana bakmaya başladığında tüm irademle kalabalığın ardından koridorun ucuna bakmaya devam ettim.
“ Olmayan tek şey eldivenlerin değil , Luhan. O kırılmaz sandığın kabuğun ardında cesaretinde yok.”
Tek bir kelime daha etmeden yanımdan geçip giderken topuklarının zeminde çıkardığı sesler kulaklarıma sızıyor, gittikçe yükselen dayanılmaz bir işkence gibi her adımında çınlayarak yükseliyordu. Biri sertçe bedenimi iterken düşmemek için tırabzanlara tutundum. İri yarı öfkeli biri yüzüme doğru yüz kızartıcı bir küfür savurup gürültücü arkadaşlarının arasına karışırken birkaç baş merakla yüzümü inceliyordu.
Kalbime aldığım yeni yarayla kendimi matematik dersinin yapılacağı sınıfa attım. Bir korkak olduğumu düşünüyordu. Bunun düşüncesi bile kötüyken sözcüklerin Sehun'un ağzından döküldüğünü duymak içimdeki acıyı daha da deşiyordu. Bay Lee'nin tiz sesi sınıfın içinde yankılanırken sırama bir kağıt tomarı düştü. Buruşturulmuş kağıt tomarına uzanırken başımı kaldırıp atan kişiyi aradım. Baekhyun iki sıra çaprazımda ona ağzından damlayan salyalarıyla bakan gözlüklü bir kızın yanında bana bakıyordu. Elimdeki buruşturulmuş sayfayı açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASİ
Fanfiction"Ateşin etrafında dolaşıyorsun , Luhan. Ateş seni yakar. Kül eder... Ben bulaşmak isteyebileceğin biri değilim."