8

10.3K 796 265
                                    

Sehun-

Saçları kahverengiydi. Güneş üzerine vurduğunda renkleri kızılın hafif tonlarıyla açılıyor, düz saçları ahenkle alnına dökülüyordu. Şimdi onun çekip gitmesini izlemek belki de hayatımda yaptığım en zor şeylerden biriydi. Oturduğum bankın soğuk cilasına saplanan bembeyaz boğumlarıma kaşlarımı çatarak baktım. Onu o gece ilk kez gördüğümde unutmalıydım. Ancak karanlığın içinden çıkıp gelen küçük Çinli meleği bir türlü aklımdan çıkartamıyordum. Ona gitmesini söylemiştim. O adamların karşısında en ufak bir şansı yoktu. Gitmesi gerekirdi. Herkes giderdi. Ama o… gitmemişti. O piç kurusunun onu duvardan duvara fırlatmasına izin vermiş ardından cesur bir kedi yavrusu gibi emekleyerek ona kırık bir şişeyle meydan okumuştu. Üstelik benim hayatım için. Kim tanımadığı bir serseri için hayatını tehlikeye atardı ? Yine de onu umursamamalıydım. Macera düşkünü bir ergen olabilirdi, belasına arayan evden kaçmış bir çocuk olabilirdi. Kim olduğu önemli değildi ; birilerini umursarsan seni mahvederlerdi. Tıpkı onun yaptığı gibi. Bakışlarım küçük bedeninin kaybolduğu eski okul binasına kaydı. Onu Soo pisliğinin elinden kurtarmamam gerekiyordu. Ne bekliyordum ki ? O yeni çocuktu. Ona sataşacak, onunla oynayacak ve rahat bırakacaklardı. Her zaman böyle olurdu. Yine de iri konyak rengi kocaman gözlerindeki endişeyi görmek dönüp gitmeme engel olmuştu. Tanrı aşkına onu Soo'nun elinden kurtardıktan sonra izleme gafletine düşmemeliydim ! Ama tıpkı diğerlerinde olduğu gibi bir mıknatıs gibi ona çekiliyordum. Onca yolu yürümesi delilikti. Üzerindeki lanet ceket onu asla ısıtmazdı. Kahrolası arabamla yanında durup onu eve bırakmamak için İmpala’mı hızla şehrin içine sürmek zorunda kalmıştım. Ve tam o Çinli küçük baş belasını hayatımdan çıkarttığıma inandığım gün onu eve bırakmıştım. Belki de o ağacın altında sessizce ağladığını görmesem kendime hakim olabilirdim. Ama orada oturmuş sessiz hıçkırıklar eşliğinde gözyaşı dökerken öylesine savunmasız ve yalnız görünüyordu ki, gidememiştim. Yine ve yine o kahrolasıca hatayı tekrar etmiştim. Onu merak ediyordum. Garip bir şekilde vereceği tepkileri, yapacağı her hareketi merak ediyordum.

Buz kesen minik ellerini klimanın önüne çekingen bir tavırla uzatışı, ıslak saçları alnına yapışırken kendi güzelliğinden habersiz sessizce camın ardını izleyen gözleri, saf masumiyetine rağmen inat ve gururla havaya kalkan burnuyla bana meydan okuyuşu…

O her şeyiyle çözülmesi imkansız bir bulmaca gibiydi. Ve engel olamadığım bir dürtüyle onu çözmek istiyordum. Bankın cilasını sıkmaktan bembeyaz kesilen boğumlarımla saçlarımı sıvazladım. Her şeye rağmen onu aklımdan atmak zorundaydım. Onu düşünmeyecek ve lanet tepkilerini merak etmeyecektim. Küçük baş belası bir çocuğun beni yönlendirmesine izin vermeyecektim. Ama önce yapmam gereken bir şey vardı. Soğuk bankın üzerinden doğrulup ceketimi üzerime geçirdim. Ellerim paltomun derin ceplerinde kaybolurken kendime engel olamayarak ‘ Ona böyle bir palto almalıyım’ diye düşündüm. Sıcak tutan bir palto, eldivenler ve yeni çizmeler...

Luhan-

Donmak üzere olan parmaklarımla çantamın içinden çıkardığım anahtarı deliğe sokup acıyan parmaklarımla çekiştirdim. Anahtar kilidin içinde rahatlatıcı bir sesle dönerken nefesimin havada bıraktığı buhara ürpererek baktım. Sıcak bir duş için her şeyi verebilirdim. Yıpranmış botlarımı çıkartıp buz kesen ellerimi birbirine sürterek bakışlarımı salonun girişinde gezdirdim. Meraklı adımlarla boş salonu dolaşıp babamın yatak odasına yöneldim. Kapıyı hafifçe tıklatıp beklerken içeriden yükselen ölüm sessizliği eşliğinde omurgamdan aşağıya buz gibi bir ter damlası yuvarlandı.

“ Baba ?” dedim hafif bir merakla mutfağa doğru yönelirken. Bakışlarım sabah yenilip masada bırakılmış yemek kalıntılarına ve babamın dağıttığı tezgaha kaydı. Ardından sanki onu fark etmemi bekliyormuş gibi mutfak kapısı derin bir gıcırtıyla rüzgar eşliğinde sallandı. Çatık kaşlarla mutfak kapısına yöneldim. Babam kapıyı neden açık bırakmıştı ki ? İçeriye dolan buz gibi donmuş hava yüzümü daha da gererken elim kapı koluna uzandı. Bakışlarım buzlu camın ardına kayarken boğazımdan derin bir çığlık koptu. Mutfak kapısını dehşet içinde açtığımda babamın kanlar içindeki başı girişten içeriye sarktı. Titreyen ellerimle ağzımı kapatıp babamın nabzına uzandım. Tanrım, yaşıyordu ! Tenime saplanan buz gibi kıymık parçalarıyla başımı kaldırıp verandanın ötesine baktım. Dışarıda akşam güneşinde salınan kurumuş yapraklar ve rüzgarın taşıdığı haşereler dışında hiçbir şey yoktu. Babamı zorlukla kaldırıp yatağına yatırdım. İlk yardım çantasıyla yüzüne pansuman yaparken her hareketim garip bir şekilde tanıdık geliyordu. Babamın yarılan dudağına attığım dikişi bitirip moraran elmacık kemiklerine kremle hafifçe masaj yaparken gerçek gökten düşen bir çiğ damlası gibi zihnimde belirdi. Bakışlarım babamın yaralı yüzünde ve bedeninde gezindi. İliklerime kadar titrediğimi hissettim. Babamın yüzündeki her yara benim yüzümdekiler gibiydi. Yalnızca daha ağır, daha derin. Dehşet içinde babamın üzerini örtüp, ilk yardım çantasıyla banyoya yöneldiğim sırada aklımda dönüp duran sorulara ve buz gibi ürpertime engel olamıyordum. Bunu babama kim yapmış olabilirdi ? Daha da önemlisi ; babamın bana bunları yaptığını kim biliyor olabilirdi ?

ASİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin