Dördüncü Bölüm

690 61 5
                                    

''Evet, arkadaşlar! Bugünlük bu kadar.''

Defterimi kapatıp çantama tıkıştırdım ve önümde yavaş yavaş amfiden çıkmaya hazırlanan insanların arasından hızlıca geçmeye çalıştım.

''Claire Winter!''

Merdivenleri henüz inmiştim ki adımın seslenilmesiyle duraksadım. Kürsüde durarak gözlüklerinin üzerinden gözlerini bana dikmiş olan ellili yaşlarındaki bölüm öğretmenime dönüp baktım. Ağarmış saçlarını sıkıca başının ardında toparlamış, göz çevresindeki kırışıklıkların gerilmesine sebep olmuştu. Bin dokuz yüz altmışların modasından kalma takımının altına benim bile giymekte zorluk çektiğim yüksek topuklularını giymişti. Bir bacağını diğerinin önüne atarak manken edasıyla ayakta duruyordu, ellerinden birine mikrofon yerleştirmişti, diğer eliyle ise kürsüden destek alarak vücudunu bana döndürmüş bir vaziyette ona gelmemi bekleyen bakışlarıyla beni süzüyordu.

Derin bir nefes alıp tek omzuma attığım sırt çantamın omzuma astığım kulpunu avucum arasında sıkıştırdım. Soracağı her soruya hazırlıklı olmaya çalışarak yavaşça kürsüye doğru ilerleyip merdivenlerden çıktım. Geldiğimi görünce elindeki mikrofonun sesini kapattı ve kürsüye monte edilmiş mikrofon standına mikrofonu yerleştirdi. Bana birkaç saniyeliğine sıcak bir gülümseme bahşettikten sonra yavaş yavaş boşalmaya başlayan amfiyi bakışlarıyla taradı. Sınıfın boşalmasını beklediğini anladığım için sessizce konuşmaya başlamasını beklemeye koyuldum. Birkaç öğrenci Bayan Yıldırım'a ''İyi günler,'' diyerek gidiyordu.

Bana ölüm gibi gelen kısa bir sürenin akabinde sınıfta Bayan Yıldırım ve benden başka kimse kalmamıştı. Gülümseyerek bana doğru döndüğünde ben de karşılık olarak gülümseyip Bayan Yıldırım'a baktım. ''Claire,'' dedi, yumuşak bir tonla. ''Sormak istediğim bir şey vardı ama öncelikle,'' kürsüden uzaklaştı ve bana doğru iki adım atıp kollarıma ellerini yerleştirdi. ''Nasılsın?'' Derin bir nefes eşliğinde gülümsemeye çalıştım. ''İyi olmaya çalışıyorum,'' dedim. Kollarımı sıvazlayıp sıcak gülümsemesini göstermeye devam ederek ''Daha da iyi olacaksın. Merak etme,'' dedi. Gülümsemekle yetindim. ''Uygulamaların nasıl gidiyor? Duyduğuma göre bir kafede de çalışıyormuşsun. Zorlanıyor musun?'' Başımı iki yana salladım ve derin bir nefes aldım. ''Hayır, uygulamam sabah dokuzda başlıyor akşam beşte bitiyor, altı gibi de kafeye gidiyor ve çalışıyorum. Yorucu oluyor fakat halledebiliyorum,'' dedim, rahat bir sesle. ''Güzel,'' diye mırıldandı. Bir süre gözlerimin içine içine baktıktan sonra ellerini kollarımdan çekip kürsüsünün üzerindeki kâğıtları toparlamaya başlarken söylemek istediği asıl konuya giriş yaptı. ''Biliyorsun ki uzun süredir kitap çıkarmaya meyilliyim,'' dedi, kibirli olduğunu başarısızca saklamaya çalışarak. Başımı sallayarak onu onayladım. ''Elysion'ın efsanelerini bilirsin,'' dedi, alaya alırcasına. Bana doğru dönüp sağında kalan kürsüye sağ eliyle tutundu ve ayaklarından birini diğerinin önüne aldı yeniden. ''Bunların birer safsata olduğunu deşifre etmek istiyorum fakat araştırdıkça uzaklaşıyor gibiyim. Özellikle bir taş ile alakalı olan efsaneyi derinlemesine incelemem gerekiyor.''

Kaşlarımı çattım ve dediklerine odaklanmaya çalıştım. Aklım sürekli kendi sorunlarıma kayıyordu fakat içimden bir ses özellikle bu kadını dinlememi söylüyordu.

''Kitabım için dönüm noktası diyebilirim.''

Bakışlarını üzerimde dolaştırıp işine yarayacağı bir oyuncakmışım gibi gözlerini bana dikti. Bu o kadar rahatsızlık verici bir durumdu ki yerimde huzursuzca kıpırdandım. Bayan Yıldırım, bu okula beş sene önce gelmiş ve akademisyenlik yapmaya başlamıştı. Hakkında güzel olan herhangi bir söylenti yoktu. Herkesin hafızasında o kadar korkutucu bir imaj bırakmıştı ki daha geldiği ilk yıldan koskoca okuldaki herkesçe tanınıp aynı şekilde herkesçe sevilmemeye başlamıştı. Ben bu okulda henüz üçüncü yılımı dolduruyordum fakat benden önceki iki senede burada okuyanlardan aldığım duyumlar bunlardı. Açıkçası kadının bakışları bile insanı tedirgin etmeye yetiyordu, dersine giren öğrencilerin ise tek kaygıları notları olduğu için derslerine girdiği müddetçe ona ılımlı yaklaşıyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Aslında genele bakıldığında yaptığı bir şey yoktu. Tam aksine herkese tahmin edilebileceğinden daha iyi yaklaşıyordu, iyilik meleği gibi dolaşıyordu etrafta. Elinin değdiği öğrenciler okuldaki başarılarından ötürü akıl almaz derecede ödüllere layık görülüyordu fakat sorun tam olarak buradaydı belki de. Çoğu öğrenci – okulun tamamı – bir şekilde işin içine hile soktuğunu düşünüyor, makamını yükseltmek için öğrencileri kullandığına ve haksız ödüllere layık görüldüğüne inanıyorlardı. Gözüne kestirdiği öğrencileri arasında ben de vardım. İlgilendiği fakat başarılarına alet edemediği tek öğrenci olmamın gururunu mu yaşamalıydım yoksa aptal olduğumu mu düşünmeliydim, kestiremiyordum.

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin