On Birinci Bölüm

543 41 37
                                    

Derin bir nefes alarak karşımdaki cadının yüzüne korkusuzca baktım. Bakır rengindeki uzun, kıvırcık ve kabarık saçlarını sağ tarafında toplamıştı; oturmuş olduğu sert taş sandalyede lakayıt tavırlar sergiliyordu. Bakışları, önündeki masanın üzerinde bulunan kâğıtlarda oyalanıyor, zaten yeterince düzgün olan masadaki her bir eşyayı santim santim yeniden düzeltiyordu. Odanın içinde, karşısında dikildiğimin farkındaydı fakat görmezden geliyordu. Boğazımı temizleyerek varlığımı kâle alması için direttim. Umursamadı ve masasının altındaki kilitli bir çekmeceyi açıp içerisinde elini dolaştırdı.

''Merhaba!'' dedim, capcanlı bir sesle son harfi uzatarak. Tepki vermemeyi sürdürdü. Bu durum canımı bir hayli sıkmaya başlamıştı ama yine de sinirlenmeye mahal vermedim. ''Eğer masanı toparlaman bittiyse,'' diye mırıldandım, birkaç adım atmadan önce. Sesime alay katarak cümlemi sürdürdüm: ''Sana senin için küçük fakat insanlık için büyük bir görev vereceğim!'' Ruhsuz bir ifadeyle gözlerini çekmecenin içine odaklamıştı ve parmakları ileri geri çekmecenin içinde, bir şeyin üzerinde ilerliyordu. Birkaç adım daha yaklaştım. ''Hu hu! Bitkisel hayata mı geçtin?''

Masasına iyice yaklaşmıştım ki parmaklarını bir şeyi yerinden sökmek için kendine doğru çektiğinde kabzasından çıkarılan bıçak sesi işittim. Bakışlarım kadının ellerinden gözlerine dönünce geldiğimden beri ilk defa korkutucu bir edayla bakışlarını gözlerime sabitlediğini gördüm. Korku filmlerinden çıkmış gibi gözlerini hiç kırpmadan yamuk ve sinsi bir gülümsemeyle hareketsizce bana odaklanmıştı. Elini hızlıca çekmeden çekip elindekini bana fırlatmaya hazırlandığı anda parmakları arasında sıkıca tuttuğu hançeri gördüm. Kollarımı kendime siper ederek havadaki molekülleri önümde sıkıca birleştirdim. Fırlattığı anda önümde oluşturduğum küçük bariyer devreye girdi ve hançer havada, birkaç santim önümde asılı kaldı. Kollarımı önümden indirip havada kalan bıçağı tuttum. ''Bunlardan tüm cadılarda var mı?''

Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimde ayaklandığını ve masanın üzerinden keyifli bir şekilde merak dolu bakışlarıyla beni izlediğini fark ettim. ''Sizinle tanışmak bir onurdur, kraliçem,'' dedi, yılanı andıran sesiyle. Kaşlarımı kaldırıp iğrenerek suratına baktım. ''Tabii,'' diye mırıldandım, elimdeki bıçağı ardıma doğru fırlatıp yere düşmesini sağlarken. ''Çok sıcak bir karşılamaydı.'' Masasının arkasından yavaş yavaş süzülerek çıktığı sırada gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmamıştı. Kahverengi gözlerinden başka hiçbir yere odaklanmamı istemiyordu sanki, bakışlarına öyle bir soğukluk hâkimdi ki tenimi ürpertiyordu. ''Size kendimi tanıtmama izin verin,'' dedi, tıslar gibi. Sağımda, belirli bir mesafe uzağıma doğru ilerleyip durdu ve bana döndü. Onu taklit ederek ben de ona döndüm ve karşısında dik bir duruş sergiledim. ''Ben Selen, bu cadı ininin başındaki kişiyim. Bir nevi bu bölgedeki askerlerin komutanı gibi görebilirsiniz.'' Önümde eğilip reverans yaparken bile bakışlarını bir kez olsun gözlerimden ayırmadı. Gözlerimi kısıp merakla sordum: ''Gözlerin sulanmıyor mu?'' Aniden doğruldu ve anlamsızca suratıma baktı. ''Ne?'' Onun bana yaptığını yapıp umursamadan başka bir soruya geçtim: ''Senin bir harmonia avlamamış olmanı neye borçluyuz?''

Alayla güldü. Dişleri inci misali kırmızı dudakları arasında parıldarken hastalıklı bir yüz ifadesi takınmıştı. ''Ayaklarıma kadar gelen harmoniayı kaçırmak istememiştim,'' dedi, iştahla. Dilini dişleri üzerinde gezdirdi. Avına odaklanmış bir kaplan misali öne doğru eğilip üzerime atlamaya hazırlandığında parmaklarımı açıp kapatarak avucum içerisinde dolaştırdım. İlk onun hamle yapmasını, dolayısıyla da hataya düşmesini bekliyordum ki gözlerindeki açlık bunu hemen yapacak olduğunu bana müjdeleyerek beklentimi karşılamaya yetti. Bir an sonra üzerime doğru atıldı. Ellerimi kaldırıp havaya yön vererek onu zıpladığı yükseklikten tutup odasından dışarı, mağaranın koridoruna doğru fırlattım. İç çektim. ''Hiç akıllanmıyorsunuz,'' diye mırıldandım, cadıya doğru sakin adımlarla ilerlerken. Yerde iki büklüm olmuştu, nefes nefese doğrulmaya çalışıyordu, tepesinde dikilip ona şaşkınlıkla baktım. ''Hiçbir şey yapmadım daha,'' dedim. Bakışlarını yerde sabitlemiş, sinsi gülümsemesini yeniden tüm suratına yaymıştı. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için çabalayarak kaşlarımı çatıp yüzünü dikkatle inceledim. Göz yuvarlarında gözünü kaydırıp bakışlarını ani bir hareketle yeniden bana çevirdi. ''Sen de,'' dedi, sesindeki tehditkâr tonla. Akabinde kavrayamadığım bir hızla üzerime atladı ve suratıma sert bir yumruk indirdi. Kendimi toparlayamadan diz ardıma yediğim başka bir darbeyle yere çöktüm.

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin