Yirmi Beşinci Bölüm

394 29 42
                                    

Yatağımda mışıl mışıl uyuyan Bengi'nin üzerini örttüm ve kıvırcık saçlarına ufak bir buse kondurdum. Yatağımın içinde kıpırdanıp iyice yorganın altına gömüldü. Gülümseyerek yavaşça odadan çıktım, kapısını aralık bıraktım. Merdivenlere doğru adımlayıp alt kata indiğimde aklımda dönüp durarak beni avlamak için hazırda bekleyen düşünceler yalnız kaldığım gibi üzerime atladı, beynimi bir fare misali kemiriyordu ancak bu sefer beni rahatsız etmiyorlardı, içim farklı bir umut ve mutlulukla doluydu. Bu umudu daha öncesinde de hissetmiştim. Boynuma astığım bu taşın marifetlerini öğrendiğimde aynı umudu daha cılız bir şekilde benliğimde barındırmıştım; bu kez daha coşkulu, daha istekliydi, çünkü bana yüz yıllar gibi gelen uzun bir aradan sonra ilk kez bu evde yeniden bir aile havasının hâkim olduğunu hissediyordum. Altı ayın sonunda ilk kez bu ev bana bu kadar soğuk, boş ve boğuk gelmemişti. Sanki ailem bu duvarların arasında bir yerlerdeydi, onların sıcaklıklarını duyumsuyor gibiydim. Aramızda onları görmeme engel olan bir parazit vardı ancak bu evin içindeydiler. Annemin ve babamın kokularını alabiliyordum yakınımda.

Onlar gittiğinden beri ilk kez böyle hissediyordum ve bu hayatımın son dönemine bakılacak olursa yaşadıklarımı hesaba katarak benim için imkânsız gelmiyordu.

Heyecanla son iki basamağı atlayarak aşağıya indim. Maraton koşmuşçasına nefes nefese kalmıştım, kalbim göğüs kafesimi parçalamak ister gibi atıyordu. Sesini kulak zarımın hemen ardında duyuyordum. Vücut ısım hissettiğim heyecandan artmıştı. Salona geçip kendimi bir koltuğa attım ve sakinleşmeye çalıştım. Birkaç kez nefes egzersizi yaparak kendimi rahatlattım, Bengi'yi uyandırmak istemiyordum. Henüz iki gündür burada benimleydi, bana yavaştan alışsa da yer yer çekindiğini fark ediyordum ve onun rahatını bozacak bir şey bile yaparak onun çekingenliğini artırmak istemiyordum. Bu yüzden kendimi kontrol etmem gerekiyordu.

Son kez derin bir nefes aldım ve heyecandan titremesi bir türlü geçmeyen parmaklarımı boynumdaki taşa uzattım. ''Kabul etsen iyi olur,'' diye mırıldandım, kendi kendime. Boğazımı temizledim ve gözlerimi yumdum. Dileğimi kalbimin en derinlerinden çıkararak kelimelere döktüm: ''Annem ve babamın ölmemelerini diliyorum.''

Heyecanla yerimde kıpırdanıp gözlerimi açmak için kendimi hazırladım. Onların geri döneceklerine o kadar inanıyordum ki avucumun içinde dileğimle hareketlenmesi gereken taşın hareketlenmediğini bile fark edememiştim. Kapalı göz kapaklarımı yavaşça araladım, etrafa bakındım suratımdaki ebleh gülümsemeyle. Salon bomboştu.

Ayaklanıp mutfağa baktım; daha sonra üst kata çıkıp banyoya, anne ve babamın odasına, kendi odama baktım. Evde ben ve Bengi'den başka kimse yoktu. Hayal kırıklığı bıçak gibi göğsümün ortasına saplanırken yutkundum, hırsla kolyeyi boynumdan çıkardım. Taşa gözlerimi kilitleyip kaşlarımı çatarak yeniden dileğimi diledim: ''Annemin ve babamın yaşamasını diliyorum,'' dedim, kararlı bir sesle. Parlamadı, avucumun içinde ısınmadı, hareket etmedi. Mumdan bir heykelmiş gibi öylece duruyordu elimde. Etrafa bakındım, değişen hiçbir şey yoktu. Alt kata inerken yeniden denedim: ''Annemin ve babamın hayatta olmasını diliyorum.''

Sorunun cümlede olduğunu düşünerek her seferinde farklı kelimelerle diliyordum dileğimi ancak hiçbir şey değişmiyordu.

Alt kata inip merdivenin son basamağına ümitsizce, mutsuzca çöktüm. Gözyaşlarım görüş açıma giren her şeyi buğulandırmıştı, iç çekerek sessiz sedasız ağladım. Artık anne ve babamın kokusunu duyumsayamıyordum, sıcaklıklarını hissedemiyordum. Bu taş sayesinde bir kapı açıp onları gittikleri diyardan çıkarmamı beklediklerine öylesine inanmıştım ki bunun gerçek olduğunu düşünmeye başlamıştım. Tam tersini aklımdan geçirmemiştim, hayal kırıklığım bu yüzden sandığımdan daha da can yakmıştı. Vücudumun her bir yanı sızlıyordu. Fiziki açıdan darbe almasam da aralıksız dayak yemiş gibi hissediyordum.

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin