On Üçüncü Bölüm

434 43 41
                                    

Küçük bir not: İlk kitap düzenlemeye girdi, bildiğiniz üzere. Sarayın bulunduğu alanın ismi Crownhill'di fakat değişiklik yaparak Türkçe bir isim vermek daha doğru ve güzel durur diye düşündüm. Bundan sonra Crownhill, Taçkent olarak adlandırılacak. İyi okumalar!



Boynumdaki şalı düzeltip bileğimi örten kazağımın kollarını iyice çekiştirdim. Alice ile dersten çıkıp okulun uzun koridoru boyunca yürürken etrafıma öylesine dikkatli bakıyordum ki bakışlarıma denk gelenler tuhafça ne yaptığımı anlamaya çalışıyor ve ürkerek yolumuzdan çekiliyorlardı. Alice, Aaron ile geçirdikleri zamanları büyük bir heyecanla anlatıp zıplarken insanların tuhaf bakışlarını fark etti, bakışlarını bana çevirdi. Ona fark ettirmemeye çalışıp gülümseyerek Alice'e döndüm fakat anlamıştı. ''Neden insanlara öldürecekmiş gibi bakıyorsun?'' dedi, merak ve şaşkınlıkla. Dolaplarımızın önüne gelip duraksadığımızda omuz silktim, umursamaz bir edayla ''Seni koruyorum,'' dedim. Şaşkınlıkla yüzümü inceledi, ciddi olup olmadığımı kavramaya çalıştığı bir anın ardından davranışlarımı saçma bulduğunu çekinmeden suratıma vurdu.

''Beni değil, kendini korumalısın asıl,'' dedi, endişe yüklü sesiyle. Dolabını aralayıp çantasındaki kitapları tek tek dolabına fırlatırcasına koyarken konuşmasını sürdürdü. ''Seni takip edenlerin hâlâ peşinde olduğuna adım kadar eminim. Seni kaçıranların kesinlikle onlar olduğunu düşünüyorum. Ailene de bunu kesinlikle onlar yapmış olmalı.'' Kırdığı potu fark edip duraksadı; endişe ve korkunun hâkim olduğu bakışlarını yavaşça bana çevirerek ifademi yokladı. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım, hatırlamamaya çalıştım, dediklerinden etkilenmediğimi ona göstermek ve onu üzmemek istiyordum. Altı aydır herkese kendimle birlikte acı çektirmiştim zaten. Daha fazla insanların benim yüzümden mutsuz olması benim acılarıma acı katacaktı sadece. En başından beri benim yüzümden birilerinin acı çekmiş olması beni paramparça ettiği bir gerçekken ailemin kaybıyla bunu bilinçli yapmaya başlamış ve verdiğim zararı umursamamıştım. Bu ben değildim, kendime hâkim olmaya çalışıyordum ve bunu da Alice'in karşısında güçlü durarak göstermeye niyetliydim. Öfkemi, kederimi, acımı daha fazla yansıtmak istemiyordum. Dolabımı olabildiğince sessiz kapatmaya çalıştım, parmaklarımı dolabın soğuk demirine bastırarak Alice'e döndüm.

Tebessüm ettim, bakışları üzerime kilitliyken ona sorun olmadığını söylemek için konuşacağım sırada başıma keskin bir ağrı girdi. Geçmesini bekledim fakat ağrı artıp görüşümün önüne perde indirirken geriye doğru sendeledim. ''Claire,'' diye seslenen Alice'in sesi sanki on kilometre öteden ulaşıyordu kulaklarıma. Bir elimle dolaptan destek alarak diğer elimi şakağıma götürdüm. Gözlerimi sıkıca yumup başımdaki ağırlığın geçmesi için bekledim. Alice'in kollarıma dokunduğunu hissedebiliyordum. Bana bir ömür gibi süren birkaç saniyenin ardından ağrı kendini birden çektiğinde derin bir nefes verdim. Endişeyle beni sarsan Alice'e yorgun bakışlarımı kaldırarak ''İyiyim,'' dedim, cılız bir sesle. Bedenimden tüm enerji çekilmiş gibi hissediyordum. Her an uyumaya meyilli bir hâle gelmiştim anlamsızca. Hastaneye gitmeyi teklif edip cevabımı dinlemeden beni çıkışa sürüklemeye çalışan Alice'e iyi olduğumu göstermek için kolundan sıyrıldım ve olduğum yerde durdum. ''İyiyim, bir şeyim yok. Bir an başım döndü sadece. Sınıfa gidelim,'' dedim, kararlı bir sesle. İtiraz edecekti ki oflayıp önünden fırladım ve merdivenlere doğru yöneldim. Benimle inatlaşmayı uzun süre önce bırakmıştı çünkü ondan uzaklaşmamı daha fazla istemiyordu. Bu durum benim için iyiydi, ısrarlarına artık boyun eğdiremediği için onu kendimden daha rahat bir şekilde güvenli uzaklıkta tutabiliyordum.

Peşimden gelip yanımda yürümeye devam ederken üst katın merdivenlerinden döndük. Merdivenin basamağına henüz adım atmıştım ki başıma yeniden aynı ağrı daha şiddetli bir şekilde saplandı. Olduğum yerde durup duvardan destek alarak acıyla mırıldandım. Öylesine şiddetli bir ağrıydı ki tüm baş çevreme yayılıyor ve bir an olsun ağrısını azaltmıyordu. Alice, düşmemem için koluma girerken kulaklarım uğuldamaya, görüşüm yeniden bozulmaya başlamıştı. Kalbimin atış sesini kulak zarımın hemen yanındaymış gibi duyuyordum. Göz kapaklarımın açıklığına inat gözümün önüne inen karanlıkta hızlı ve birbiriyle alakasız görüntüler art arda geçip beynime balyoz darbesi indiriyordu. Acı dolu mırıltılarım büyürken yere doğru çömeldim, başımı göğsüme doğru eğdim. Başımı ellerimin arasına alarak sanki görüntüleri kavrayıp durdurabilirmişim gibi sıkıca tuttum. Kulaklarımda çınlayan benim çığlığım mıydı yoksa gördüğüm görüntülerden kaynaklanan bir haykırış mıydı ayırt edemiyordum. Bir süre sonra üzerimdeki ağırlık kendini çekti ve inanılmaz bir uyuşuklukla kaldım. Görüntüler bir anda kesildi, ağrılarım dindi, etraf yeniden renklendi ve uğultular kayboldu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken bakışlarıma ilk çarpan şey kazağımın altında parlayan taşın ışığının yavaşça sönerek kaybolmasıydı. Korku dolu bakışlarımı çevremde toplanan kalabalığa çevirdim. Taşın ışığını görüp görmediklerini anlamaya çalışırken her bir yüzü istisnasız tek tek inceledim. Normal davrandıklarına kanaat getirip rahatlamayla derin bir iç çektim.

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin