Yirmi Birinci Bölüm

327 26 54
                                    

Şiddetli rüzgâr saçlarımı geriye doğru savururken uçurumun ucundan aşağıya baktım. Bir hayli yüksekti ve aşağısı sisle örtülüydü, altında okyanus uzanıyordu. Okyanus bugün fazla hırçındı, uçurumun eteklerine çığlık atarcasına dalgalarını savuruyordu. Hava boğuk, gökyüzü griydi. Yükseklik başımı döndürüyordu, sert rüzgâr gözlerimi istemsizce kısmama sebep olurken derin bir nefes aldım. ''Hazırız, Claire,'' dedi, sesini duyurabilmek adına yükseltirken, Ayla. Dönüp ona baktım. Rüzgârı arkama almam ileriye savruluyormuşum gibi hissettiriyordu. Ayaklarımı yere iyice sabitleyerek suratıma savrulan saç tutamlarını ittim. ''Nokta atışı yapacağın yer tam şurası.'' Elinde yerden aldığı bir taşla uçurumun epey gerisinde bir yere çömelip daire çizdi. ''Buradan cadının tepesine ineceksin,'' dedi, daireyi tamamlayıp yerden kalkarken. Bana doğru birkaç adım attı. Siyah kulak hizasında kesilmiş gür saçlarının önlerini kulaklarını ardına aldı. Yutkunup endişe ve tedirginlikle bana baktı. ''İçim rahat değil, Claire. Cadının akılsız olduğunu söylemiş olabilir fakat güçlü olduğunu da söyledi. Ayrıca her ihtimali göz önünde bulundurmalıyız: Cadı yalan söylüyor da olabilir.''

Derin bir nefes alıp ardımdaki uçuruma dönüp baktım. Benim bu seferlik gelmemem gerektiğini, onların Hira'yı yakalayıp bana daha rahat getireceklerini çünkü beni korumak için çabalamak zorunda kalmayıp akıllarının bende olmayacağını her birinden beş ya da on defa duymuştum tüm yol boyunca. Çenelerine daha fazla tahammül edemeyip dediklerini yapacağımı ve araçta bekleyeceğimi söylemiştim. Bu tabii ki onları oyalamak için uydurduğum bir yalandı. En azından birini çıkaracak kadar yeterliydim. Karşımdakinin ne kadar güçlü olduğu önemli değildi. Herkesin zayıf bir noktası olurdu ve Selen'in dedikleri doğruysa onu aklımla alt edebilirdim. Gerçi pek bir planım olduğu söylenemezdi, bodoslama girip hamle yapmasına izin vermemeyi düşünüyor, umuyordum. Yaptığım işin tehlikeli olduğu aşikârdı fakat Hira'nın elimden kaçmasına göz yumamazdım. Bu taşın ne olduğunu çözebilmek için çıldırıyor, deliye dönüyordum. En sonunda yüzlük yüzlük kuyruğuna gelmiştim, bu taşları kimin bu hâle getirdiğini çözmeme sadece dakikalar kalmıştı. Hiçbir şey ters gitmemeliydi. ''En azından Aida ya da Aiden'ı yanına alsaydın,'' dedi, düşüncelerimi bölerek.

İç çekip ona döndüm. ''Sen sadece kimsenin fark etmediğinden emin ol,'' dedim, kararlı bir sesle. İçine sinmediğinin farkındaydım fakat oturup bekleyecek hâlim de yoktu. Onlar bana bağlı komutanlar ya da askerler değildi, teknik olarak öyleydi fakat bana göre değildi. Onların benim adıma savaşmalarını izleyip zaferin üstüne konmaya niyetim yoktu. ''Tamam,'' dedi, hoşnutsuzlukla. ''Beş dakika sonra.'' Kafamı sallayıp tekrarladım. ''Beş dakika sonra.''

Ayla gözden kaybolunca uçuruma doğru ilerleyip ucunda durdum. Rüzgâr beni uçurumun kenarından uzaklaştırmak ister gibi geriye savururken inatla aşağıya doğru eğilip baktım. Sis yüzünden görünmeyen okyanusa doğru inen uçurumun kayalarında farklı boyut ve şekillerde açıklıklar vardı, sığınaklarına açılan bir diğer kapılardı bu açıklıklar. Buradaki cadı ini gerçekten daha öncekilerden çok daha büyüktü. Böylesine tehlikeli bir alanda bulunmalarının doğru olup olmadığını sorgulamaya başlayacaktım ki harmonia avlayıp güçlerini kullandıklarını hatırlayarak bu sorumu yanıtlamış oldum. Dolaylı yoldan doğa ile oynuyorlardı, o da olmasa emindim ki kara büyüler buna bir çözüm üretebilirdi.

İç çekip sisten görünmeyen ve sonsuza uzanıyormuş gibi hissettiren açıklığa baktım. Aşağıya baktıkça başım dönüyor, ayaklarımın altından yer çekiliyordu sanki. Bakmak için uçurumun ne kadar kıyısına ilerlediğimi fark edememiştim, ayağımın altından birkaç parça taş uçurumdan aşağıya kayınca tedirginlikle bir adım geriledim. Daha önce hiç bu kadar yükseğe çıkmamıştım ancak düşünebildiğim şey bu değildi. Psikolojimin gerçekten kötüleştiğini anlamam için altı ay boyunca yaptığım birçok saçmalığı hatırlamam yeterli olmalıydı ama bunu sadece çevremdekilerden duyarak bildiğimi, kendim fark etmediğimi anladım bu yüksek uçurumdan aşağıya bakarken; çünkü o an aklımda sebepsiz yere dönüp dolaşan, bana odağımı kaybettiren sorular vardı: Ölmek bu kadar basit miydi? Bir adım attıktan sonra hiçbir şey hissetmiyor muydu insan? Eğer bu kadar kolaysa neden onca ayı acı içerisinde geçirmiştim?

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin