Sekizinci Bölüm

428 41 12
                                    

Gözlerim, aşina olduğu karanlıktan çıkarken kör edici bir ışığın içine sürüklenmiştim. Elimi, gözlerimin önüne siper edip ışığın gerisinde kalan yapıları ya da kişileri görmeye çalıştım. Çabamın başarısızlığından ötürü gözlerimi yaşartan ışığa bakmaktan vazgeçecektim ki beyaz, parlak ışık yavaş yavaş geriye çekildi ve ben, kendimi evimin önünde buldum. Öğle saatleri olmalıydı, hava kasvetliydi.

Kötü bir şey olacaktı ve ben, bunu hissedebiliyordum.

Yavaş yavaş eve doğru adımladım, robot misali. Vücudumun kontrolü bende değil de bir başkasındaydı sanki. İçim, büyük bir tanıdıklık hissiyle doluyordu her adımımda. Bu yürüdüğüm yol, bu hava, bu gün, attığım her adımım hatta bulunduğum saat dilimi bile tanıdık geliyordu ve bu, bana iyi hissettirmiyordu. Bir felakete doğru yürüyormuşum gibi geliyordu ancak adımlarımı durduramıyordum, bacaklarım sözümü dinlemiyordu, kaçıp uzaklaşmak imkânsızdı.

Evimin önünde durup elimi kapının üzerine koydum ve hafifçe ittim. Kapı açıldığında içeriden yükselen anlamsız, boğuk sesler neredeyse netleşti. Yavaşça yürüdüm, seslerin geldiği yöne ilerledim. Kalbim kulaklarımda atıyordu sanki, henüz bir şeye şahit olmadığım hâlde içim endişeyle kavruluyordu. Dizlerim titriyordu ama yürümeyi bırakmıyordum. Salonun kapalı kapısının önünde durup elimi tedirginlikle kapıya uzattım, kapının kulpunu kavrayıp açtım. Kapıyı aralamamla acı dolu çığlıkların kulağıma ulaşması bir oldu, hızla itip içeriye daldım.

Karşılaştığım manzara beni dizlerimin üstüne çökertirken beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Gözlerimin önü yaşlarla buğulanmıştı; Eva ve Natasha annem ile babamı yere, önüme doğru fırlattı. Cansız bedenleri hareketsizce kan gölünün ortasında uzanıyordu; ardına kadar açılmış olan gözleri boşluğa bakıyordu; suratlarına sıçramış olan kanlarla ifadesizleşen buz kesmiş yüzlerine uzanmak için yeltendim. Ellerim titriyordu. Onlara ulaşamıyordum, yerime mıhlanmıştım. Dudaklarımdan acı dolu mırıltılar dökülüyordu. ''Anne! Baba!'' diye seslendim, beni duymaları için. Hiçbir tepki vermediler. Vücutlarındaki oyuklardan kanlar fışkırıyordu. Dudakları büzüşmüştü ve mora çalıyordu. Yüzlerinde herhangi bir kıpırtı yoktu, keza vücutlarında da öyle. Uzanmaya çalıştım tekrar, ulaşamadım. Acıyla hıçkırarak gözlerimde biriken yaşları serbest bıraktım. Sıcak yaşlar yanağımdan aşağıya süzülürken başka birinin gölgesi ailemin bedenlerinin üzerine düştü. Başımı, iç çekerek kaldırıp önümüzde duran kişiye baktım. Anastasia, korkutucu gülüşü üzerinde dilini bir yılan misali gezdirirken bakışlarında ilk kez bu kadar net bir şekilde ölümü gördüm. Annemle babama yaklaştıkça yaklaştı. O an aklımda tek bir cümle dönüp duruyordu. Daha öncesinde hayal mi gerçek mi emin olamadığım bir anda demiş olduğu kelimeler kulaklarımda yankılanıyordu sanki.

''İşini bitirdikten sonra bedenini parçalamama izin verirsen benim için sorun değil.''

Bu cümle, Anastasia aileme yaklaştıkça sesini daha da yükseltiyordu. Vücudum korkuyla kasıldı, öne doğru atılıp onlara ulaşmaya çalışarak bağırdım. ''Hayır! Dokunma! Hayır!'' Çabalarım boşaydı. Bacaklarımdan yere sabitlenmiştim sanki. Yalnızca ellerimle yeri dövebiliyordum. Ağlıyor, bağırıp çağırıyor, tehditler savuruyordum ancak Anastasia beni umursamıyordu. Diğerleri kahkahalarla olanları keyiflice izlerken Anastasia, annemin yanına çömeldi ve elini saçlarından geçirip kafasını kendine doğru yaklaştırdı. Bakışları bana dönerken ona yüzümden aşağıya kayan yaşlarla nefretimi kusmak için bağırdım. ''Eğer onlara dokunursan senin canını alırım! Duydun mu? Acı çektire çektire öldürürüm seni! Duyuyor musun beni?''

Eva ve Natasha'nın kahkahalarının sesi yükselirken ben, kendimi hırpalıyordum; vahşi bir hayvandan farkım yoktu. Öylesine bağırıp çağırıyor ve yeri dövüp ona ulaşmaya çalışıyordum ki hâlimi tanımlayacak başka bir şey düşünemiyordum. Anastasia, alayla güldü. Ardından ağzını aralayıp sivri dişlerini gösterdi. Yırtıcı bir hayvandan farksız olan dişleri gözümün önünde elmas gibi parıldadı, bakışları hareketsiz duran anneme kayarken kıpırdayamadığım yerde daha fazla çırpınmaya başladım. ''Sakın! Sakın, dokunma! Sakın!'' O ise umursamadı ve dişlerini hızla annemin boynuna geçirdi, çığlıklarla durmasını söyledim. Ardından büyük bir ışık patlaması oldu. Yeniden kör edici beyazlığın içine sürüklenmiştim. Bu sefer etrafın belirmesi uzun sürmedi ve kendimi loş bir mağarada buldum.

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin