Yirminci Bölüm

357 30 39
                                    

''Evet, anlatın,'' dedi, Aiden, yemek masasına Haren'i ve cadı ansiklopedisini sert bir şekilde vurarak bırakırken. Toplantı odasındaydık; uzun yemek masasının bir ucunda Aiden, Aida, Erno, Hans, Eray, Milagros, Claudia duruyordu; bir ucunda ise İnanç, Tony ve ben. Aida ile Aiden diğerlerinden bir adım önde bize sert, yargılayıcı bakışlarla bakarken azar işitmeye hazır çocuklar gibi dikiliyorduk. ''Açıkçası ben Tony'e hiç şaşırmıyorum,'' dedi, Aida, sinirle. ''Bu abartınızın aksine ben de İnanç'ın sapasağlam olmasına seviniyorum,'' dedi, Erno, bıkkın bakışlarla önünde duran Aida ile Aiden'ı süzerken. Tüm bakışlar Erno'nun üzerinde toplandığında Erno, omuz silkmekle yetindi. İnanç, Erno'ya öpücük atarak minnettarlığını belirtirken Erno, gözlerini kapatıp açarak ona şefkatini gösterdi. İmrenerek suratımı buruşturdum ve ''Aşırı kıskanıyorum sizi,'' dedim, hoşnutsuzlukla. Tony, başını iki yana sallayarak bana onay verdi. ''Bir şunlara bak bir de bizimkilere bak! Burada aşk hikâyesi dönüyor ancak bizim tarafımıza dönünce korku hikâyesi! Kâbus!''

Gülmek istemiyordum, ciddi bir durumun tam ortasındaydık. Ne kadar Aiden ve Aida'nın bizi çocuk gibi azarlamasından rahatsızlık duysam da yaptığımızın akıl kârı olmadığı ortadaydı. Bu yüzden onlardan gizli yapmak istemiştim zaten, planlarım bunun aksine suya düşmüştü elbette. Açıkçası yakalandığımıza üzülemiyordum, nihayetinde kurtulmamıza yardım etmişlerdi fakat işin yüzleşme kısmı çekilecek gibi değildi.

İçten içe Aiden'a yalan söylemek beni rahatsız etmişti, bunu göz ardı edemezdim, bu yüzden ona hesap vermeye de çekiniyordum. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı mavi gözlerinde apaçık görebiliyordum. Pişmandım fakat yine böyle bir şeyle karşılaşsam aynısını yapacağımı biliyordum. Bu yüzden Aiden'a bakarak kendime azap çektirmek istemiyordum, bakışlarımı ondan kaçırıp Tony'e odakladım. Az önce dediklerinin bulunduğumuz tabloya ne kadar uyduğunu görebiliyordum ve açıkçası benzetmesi, Tony'nin endişe dolu yeşil gözleriyle birleşince komik hâle geliyordu. Kendime engel olmak istedim, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, yine de gülen bir nefes kaçmıştı dudaklarım arasından. O mağaradan çıktığımızda suç ortaklarım – bunlar İnanç ve Tony oluyordu – ve ben yorgunlukla derin bir uykuya dalmış, ertesi sabaha kadar kalkmamıştık. Eh, biz kendimize gelene kadar Aida ve Aiden'ın sinirleri iyice tavan yapmış, sabırsızlıktan deliye dönmüşlerdi. Kahvaltıdan hemen sonra toplantı odasına bizi hapsetmişlerdi ve karşımızda hesap sormak için hazır bir şekilde beklemeye başlamışlardı. İşin kötü yanı bizim bu hesabı vermeye hazır olmayışımızdı. Ortaklaşa bir yalan dahi üretemeden bizi apar topar odaya kapatmışlardı. O kadar saat sinirle beklediklerini varsayarsak onlar için muhtemel bir davranıştı doğrusu.

Tony, kolumu sertçe dürttüğünde kaşlarımı çatıp ona döndüm. ''Ne?'' dedim, bıkkınlıkla. ''Sen prenses değil misin? Söyle rahat bıraksınlar bizi,'' dedi, suratını buruştururken. Gözlerimi devirip önüme döndüm. Tony, ortamı yumuşatabilmek adına her türlü şaklabanlığı yapıyordu; ciddi ortamlar ona göre değildi. Çocuksuydu, eğlenceyi severdi; çoğu zaman insanı deliye çevirir, ortalığı karıştırdıktan sonra da kaçardı. O an söyledikleri ise gerçekliği içinde barındırsa da şakayla doluydu. Yine de bu, beni gerçek kısmından düşündürdü: Bulunduğum mevki bana kendini sürekli unutturuyordu ya da ben unutmak istiyordum; buna alışmak zor muydu, yoksa ben de mi bir sıkıntı vardı çözemiyordum ancak bir prensesten ziyade hâlâ o kıt kanaat geçinen, Perspeca'nın verimsiz sayılan kenar mahallesinde büyümüş Claire gibi hissediyordum. Saray, gözümde o kadar değersizdi ki öylesine geçip gittiğim sıradan bir yer gibiydi. Bunca süslü tabak, çanaklar; olağanca uzun yemek masaları, lüzumsuz şatafatlı giysiler ve taçlar çok basitti. Maddi açıdan değerli parçalar maneviyattan sınıfta kalmıştı, burada bir anım yoktu, çocukluk yıllarım geçmemişti, gelecek hayalleri kurmamıştım. Buraya gelmiş, cadıları yenmek için planlar kurmuş, annemle tartışmış, günün sonunda paşa paşa büyüdüğüm eve geri dönmüştüm. Yalnız yaşadığım o evde bile daha kalabalıktım buradakinden. Mevkimi unutma sebebim buydu: Kendimi buraya ait hissetmiyordum. Hangi kıyafetin içine girersem gireyim, saçlarıma hangi yıldızlardan topladıkları taşlardan yapılma taçları takarsam takayım ben değişmeyecektim. Bu oluşturduğum bir prensip değildi, hissettiklerimdi. Derin bir nefes alarak düşüncelerimden sıyrıldım. Tony'nin alaycılığına eşlik ederek ''Kesin bırakırlar,'' diye mırıldandım, ironiyle. ''Görmüyor musun suratlarını?''

Element: Denge (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin