Kaç ay olmuştu sahi ben buraya geleli? 1 ay? 1 buçuk? Ya da 2? Zaman kavramını hatırlıyor muydum ki? Belkide kaybetmiştim. Çok uzun süredir spontane günler yaşıyordum çünkü. Kalkıyor, kahvaltı ediyor, biraz televizyonda takılıyordum. Akşama doğru Arslan ile beraber sessizce yemek yiyor ve odalarımıza çekiliyorduk. İlk 1 hafta boyunca, o da benimle beraber evdeydi ve o zamanlarda evin arkasında bulunan ahırdaki atlarla bir kaç kez yürüyüşe çıkmıştık. Ecem ise 1-2 gün daha durmuş ve sonra okula geri dönmüştü. Yokluğu bir hayli anlaşılıyordu.Yataktan kalkıp, 2 aydır oluğu gibi yine aynı güne uyandım. Gece gördüğüm korkutucu rüya yüzünden terlemiştim ve leş gibi kokuyordum. Bu yüzden önce banyoya girip soğuk bir duş aldım. Yaz gelmek üzereydi ve buna rağmen soğuk su beni biraz üşütmüştü. Aldırış etmedim. Alışıktı bünyem soğuğa.
Duştan çıkıp giyindim ve saçlarımın nemini alıp aşağı kata indim. Nisan ayının sonlarında olmamıza rağmen hava biraz kötüydü. Ancak güneş yine en tepeden parıldıyordu. Bu parlaklık içimi ısıtmış, dudaklarımda hafif bir tebessüm oluşturmuştu.
Gözlerimi gökyüzünden çekip bahçeye indirdim ve dışarıda Kerberos ilgilenen bir Arslan yakaladım. Gözlerimin ona değdiğini hissetmiş gibi onun da gözleri beni bulmuştu.
Bir şey yapmadım. Ne gözlerimi gözlerinden çektim, ne de oradan uzaklaştım. Günlerdir benimle neden konuşmuyordu, neden uzak duruyordu bilmiyordum ancak tahmin edebiliyordum. Tek sıkıntım onu tam manasıyla tanımadığım için ikilemde kalıyor oluşumdu. İçimden bir ses o gece Trabzondan döndüğümüzde düşündüğüm şeyi düşünüyordu. İç güdüsel olarak bana yaklaşıyor ancak uzak durmaya çalışıyordu. Düşündüğüm şeye alayla güldüm. Arslan bu kadar zayıf davranamayacak kadar güçlüydü.
İçimden gelen bir diğer ses ise, onun sinsi bir planının olduğunu iddia ediyordu. Fakat her şey böylesine ortadayken, neyin hesabını yaptığını kestiremiyordum. Bilmediğim bir şey mi vardı?
Gözlerini gözlerimden çektiğinde derin bir nefes aldım. Her hareketi başınızı döndürecek kadar güzel olur muydu bir adamın? Yüzünü çevirirken dalgalanan yumuşak saçları bile bir kadının kalbini titretecek kadar güzeldi.
Arslan bana çok fazlaydı. Bunun hayalini kuramazdım.
Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu. Daha henüz Ankara'dayken, Tunahan'ın, beni Arslan'a aşık etmek için yaptığı plan geldi aklıma. Benimle uğraşmak istemediğini söylemişti. Şimdi ben kendimi ona böyle aptalca kaptırırken, bu sözleri getiriyordum aklıma.
Onun güzelliğinden etkilenmemeliydim.
Ona böylesine yakışan bu gücünden etkilenmemeliydim.
Ancak kendimi bu şekilde sadece kandırdığımı biliyordum. Çok değil 2 hafta önce iş için Lasvegas'a gittiğinde hissettiğim yalnızlık bile aslında ne raddeye geldiğimi gösteriyordu bana. O an keşke vizem olsa demiştim. Şu saçma prosedürler yüzünden beni yanında götürememiş, mecbur burada bırakmıştı. İstese iki güne o vizeyi alırdı da, devletine karşı bazı sorumluluklarını yerine getirdiğini bildiğim için beklemesini garip karşılamamıştım. Bildiğimiz üzere, o yaşadığı ülkeye saygı gösteren bir adamdı. Tabi başkaları saygı göstermediğinde bunu reddetmeyip, işe çeviriyordu orası ayrı.
İsmimin seslenilmesi üzerine bakışlarımı arkama, bana doğru gelen Gülnihal ablaya çevirmiştim.
"Kahvaltıyı nereye hazırlayayım?" Dedi gülümseyerek. Her zaman gülümsüyordu.
"Bu masa nasıl?" Dedim bahçeye bakan masayı işaret ederek. Normalde tek başıma olduğumda Gülnihal abla ve kızıyla mutfakta yiyordum ancak, Arslan bu şekilde evde olduğunda başka bir masayı açıyorduk. Ev haddinden fazla büyük olduğu için tonlarca yemek masası vardı. Ancak ben henüz sadece terastaki masada ve bahçeye bakan bu masada yemek yemiştim. Gülnihal ablanın dediğine göre, havalar güzelleştiğinde Arslan bey kahvaltıyı bahçede yaparmış. Fiks, değişmeyen tek şeyin bu olduğunu söylüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUNKAR
General FictionSevmek yürek ister derdi babam. Kendisinin yüreksiz olduğunu, o yüzden beni sevemediğini söylerdi. Ben doğarken annesini öldürmüş, bu yüzden babası tarafından ölüden beter edilmiş bir genç kızdım. Zor olan bu hayatta hiç mutlu olamayacağımı sanark...